İSLÂM Uyeoll10

Join the forum, it's quick and easy

İSLÂM Uyeoll10

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

2 posters

    İSLÂM

    By BiLiNMeZ
    By BiLiNMeZ
    SD Admin
    SD Admin


    Nereden : İstanbul
    Üyelik : 03/09/09
    Mesaj Sayısı : 5443
    Rep Gücü : 38106
    Başarı Sistemi : 11
    Uyarılar : Uyarı Yok
    Yorum : Dikkat: Bu Site Bağımlılık Yapar

    İSLÂM Empty İSLÂM

    Mesaj tarafından By BiLiNMeZ Paz Ara. 13, 2009 6:49 pm

    İSLÂM



    Teslim olmak, müslüman olmak,

    İslâm dinine girmek, sulh yapmak, para peşin
    mal veresiye selem akdi yapmak. Yedinci Milâdî yüzyılın
    başlarında, Mekke'de Hz. Muhammed'in kendisine davet ettiği
    semâvî tevhîd dininin adı. "Sil" kökünden "esleme"nin
    mastarı. Sonuna şeddeli "yâ" ve yuvarlak "te"
    harfleri getirilerek elde edilen "İslâmiyyet"
    şeklindeki yapma mastarı (mastar-ı ca'lî), tek başına
    kullanılınca son tevhîd dini olan "İslâm
    Dini"ni ifade eder.

    İslâm; sulh, selâmet ve huzur bulma, Allah ve
    Resulu'nun bildirdiklerine tabi ve teslim olma anlamı sebebiyle bu
    adı almıştır. İslâm'ı kabul eden, kendi
    iradesini Allah ve Resulu'nun iradesine tabi kıları kimseye
    "müslim" veya Arapça-Farsça karışımı bir
    ifade ile "müslüman" denir.

    Arap dilinde bir kökteki semâî masdarlar kökün taşıdığı
    temel özellikleri veren S-L-M kökünün semâî masdarları "selm,
    silm, selâm, selâmet, silâm"dır.

    Bunlardan inkişaf etmiş bulunan fiillerle
    birlikte bu masdarlar sistemli bir bütünlük arz ederler.

    S-L-M kökü tahlil edildiğinde şu umûmî
    manalar tesbit edilmektedir:

    1. Sulh

    "Selm, silm, selâm": sulh ve sulh yapmak.
    "Selem": sulh ve müdâhane etmek. "Silâm":
    müsâlemet, karşılıklı sulh ortamında bulunmak.
    Bunlardan silm, zamanla sıfatlaşmış ve sulh eden
    kişi "musâlim" karşılığı olarak
    kullanılmıştır.

    Fiiller ise, "tesâleme": tesâleha, sulh
    yapmak. "Sellemehû" ve "selleme aleyhi": kâle lehû
    selâmun aleykum, birine sulh ve selâmet dileyerek selâm vermek. "Esleme
    fulân": dehale fi's-silm ve huve'l-istislâm, sulhe girmek, sulh
    ortamında bulunmak, inkıyâd etmek, sulh bir otoritenin varlığında
    hasıl olur ve inkıyâd ile sonuçlanır.

    2. İnkıyâd etmek, itaat etmek, boyun eğmek

    "Silm, selâm, selem": inkıyâd etmek.

    "Selleme ileyh": inkâde ileyh, inkıyâd
    etmek. "Esleme emrehû ilallâh: "sellemehû", inkıyâd
    etmek, teslim olmak. "İstesleme'r-raculu": inkâde ve ezane,
    itaat etmek anlamlarını taşır.

    Ayrıca İnkıyâd, râzı olma
    saygı duyma anlamında da kullanılmaktadır.

    3. Selâmet

    "Selâmet": necât, tehlikelerden uzak olmak.
    "Selâm, selâmet": el-berâ'eh mine'l-uyûb, yeni ayıplardan,
    eksikliklerden beri olmak. "Silm, selem": selâm vermek. Buradan
    da "selâm" kelimesi, ıstılah olarak, verilen
    kişiyle sulhu belirtmek ve onu tehlikelerden uzak olması için
    duâ etmek anlamındadır.

    "Sellemehullâhu mine'l-âfeh": Allah onu
    âfetten korudu. "Selleme'ş-şey'e lehû": kurtarmak.
    "Eslemehullâhu": hafizahû sâlimen, Allah, sağlam ve
    sahih olarak korudu. "Teselleme minh": teberre'e minh, kurtulmak
    anlamlarına gelir.

    4. Güvenlik

    "Selâm: emân, güvenlik. Sulhle ortaya çıkan
    bir ortam.

    5. Hayır, iyilik

    "Selâm": hayr, rahatlık ve iyilik
    sağlamak. Bu ise yine sulh ve selâmet ortamında mümkündür.
    Canlılar için kaçınılmaz olan suyun elde edilmesini
    sağlayan "kova"nın, 'imâl, islâh, tamir ve ihkâmı
    yani sağlamlaştırılması' anlamlarında
    kullanılan "selm" kelimesi, selâmeti sağlayan
    aletlerin tedârikini ifade eder.

    Buraya ilâve edilmesi gereken mühim iki husus da vardır.
    Birincisi: Bu kökten gelen mübâlağa sıfatlarından olan
    ve sâlimun mine'l-afat yani tehlike, afat ve belâlardan uzak olan kimse
    anlamındaki "selîm" kelimesi "selâmet" anlamındadır.

    İkincisi ise yine mübalağa
    sıfatlarından "sellâm",'selâm' kelimesinin daha
    kuvvetli ifadesi karşılığıdır.

    "Selâm" ise Allah'ın esmâ-ı hüsnasından
    (güzel isimlerinden) biri olup, bu kelime masdar vezniyle gelmiştir
    ve böyle kullanılır. Selâm isminin menşei ise iki
    asıl hususu ihtiva eder. Biri, Allah'ın "noksan
    sıfatlardan münezzeh oluşu", diğeri "kâinatı
    ve eşyayı bir nizam ve intizam dahilinde tutarak bir sulh
    ortamında idare ediciliği"dir. Yani Allah münezzehtir ve
    sulhun sahibidir.

    Bütün bunların ışığında
    şöyle denilebilir: S-L-M kökü, "sulh isteyen bir otoriteye,
    razı olarak ve saygı duyarak itaat edip, boyun eğip,
    inkıyâd ederek sağlanan bir ortamda, selâmet, güvenlik ve
    iyilik içerisinde yaşamayı ve bu halin devamı için
    gerekli faaliyetlere ve metodlara baş vurmayı ve
    kullanmayı" ifade eder.

    İslâm kelimesinin lügat manaları:

    Daha önce belirtildiği gibi İslâm
    kelimesi,'Esleme' fiilinden bir masdardır. Bu fiilin anlamları
    ve İslâm kelimesinin vezni olan "if'âl" vezninin
    özelliklerine geline:

    "Esleme" fiilinin lügat mânâlar. şöyle
    ifade edilir:

    a) Esleme'r-raculu: inkâde, boyun eğmek, itaat
    etmek, kabullenmek, bas eğmek.

    b) Esleme fulân: dehale fi's-silm ve huve'l-istislâm,
    sulhe girmek, sulhe dahil olmak, sulh yapmak.

    c) Esleme fulân: tedeyyene bi'l İslâm, dehale fi
    Dîni'l-İslâm, sâra muslimen, İslâm'ı din edinmek,
    İslâm'a girmek, müslüman olmak.

    d) Esleme emrehû ilallâhi: Allah'a teslim olmak,
    Allah'a varlığını teslim etmek.

    e) Esleme vechehû lillâhi: ehlesâ dînehû lillâhi,
    hâlis ve samimi olmak, bütün kalbiyle bağlanmak.

    f) Esleme'ş-şey'e ileyhi: defe ahû ileyh,
    ödemek, vermek.

    g) Esleme fi'l-bey: te amele bi'sselem, selem alışverişi
    yapmak. Bir malın bedelini önce verip, malı belirli bir süre
    sonra almak.

    h) Esleme'l-aduvve: hazelehû, yardımı
    bırakmak, yardımı kesmek (düşmandan)

    i) Eslemehû li'l-heleketi: tehlikeye atmak

    j) Esleme ani'l-emri: terekehû ba'de mâ kâne fih,
    bulunulan bir durumu veya bir şeyi terketmek.

    k) Eslemehullâhu: hafizahû sâlimen, sağlam ve
    sahih yani tam olarak korumak. Ayrıca İslâm kelimesi ve
    türevleri genel olarak Hz. Muhammed'den önceki semâvî tevhid dinleri
    ve mensupları için de kullanılmıştır. Çünkü
    vahy'in kaynağı bir olup, o da yüce Allah'tır. Ona ve
    peygamberlerine "tabi ve teslim olma" niteliği önceki
    dinlerde de vardır. Kur'an-ı Kerîm'de bununla ilgili pek çok
    âyet- i kerîme vardır.

    Cenâb-ı Hak Nûh (a.s)'a vahyettiği gibi Hz.
    Muhammed'e de vahyettiğini bildirmiş (en-Nisâ, 4/163), Hz
    İbrahim ve ondan sonra gelen bazı peygamberleri ve
    mensuplarını "müslüman" olarak nitelemiştir.

    "Bir zaman Rabbi ona: "İslâm ol"
    dediğinde, İbrahim: "Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim
    oldum" demişti. İbrahim İslâm ümmetinden olmayı
    oğullarına da vasiyet etti. Ya'kub da onu tavsiye ederek:
    "Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde
    sizler sadece müslümanlar olarak can verin" dedi. Yoksa siz Yakub'a
    ölüm geldiği sırada yanında mı bulunuyordunuz? O
    zaman o, oğullarına: "Benden sonra neye
    tapacaksınız?" demiş, oğulları
    da:"Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve
    İshak'ın ilâhı olan tek ilâha kulluk edeceğiz.
    Bizler O'na teslim olduk" demişlerdi" (el-Bakara,
    2/131-133).

    Şu ayet-i kerîmede peygamberlerin mesajının
    temelde bir ve aynı olduğu ve bunun da İslâm'dan ibaret
    bulunduğu şöyle ifade buyurulur: "Allah'a, bize
    indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve
    torunlarına indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilen ve diğer
    peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onlar
    arasında bir ayının yapmayız, biz de Allah'a teslim
    olanlarız, deyin" (el-Bakara, 2/136). Ancak daha sonra yahudi ve
    Hıristiyanlık dininin bozulduğu ve mensuplarının
    şirke düştükleri bir önceki ayette şöyle anlatılır:
    "Kitap ehli: " Yahudi ve hristiyan olun ki, doğru yolu
    bulasınız" dediler. Ey Muhammed! De ki:"Hayır biz
    bâtılı bırakıp hakka yönelen İbrahim'in dinine
    uyarız O, Allah'a ortak koşanlardan değildi"
    (el-Bakara, 2/135). Diğer yandan tesis (üç ilâhı bir sayma)
    inancının onları küfre düşürdüğü de ifade
    edilir: "Gerçekten, Allah Meryem'in oğlu İsa'dır,
    diyenler kâfir olmuşlardır" (el-Mâide, 5/72). "Şüphesiz
    ki: Allah üç ilâhtan biridir, diyenler, kâfir olmuştur. Oysa tek
    bir ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur" (el-Mâide, 5/73).
    "Yahudiler, Üzeyr Allah'ın oğludur, hristiyanlar da
    İsâ Allah'ın oğludur, dediler. Bu, onların
    ağızlarında geveledikleri câhilce sözleridir"
    (et-Tevbe, 9/30).

    Kur'an-ı Kerîm'de Hz. Musa'ya ve Tevrat'a tabi
    olanlara da "Nasrânî" adı verilmiştir. Hz.
    İbrahim'in temsil ettiği tevhid dini de "hanîf dîni"
    olarak isimlendirilir. Diğer yandan İncil, Tevrat veya Zebur'a
    tabi olanların hepsine birlikte, kutsal kitap sahipleri
    anlamında "ehl-i kitap" denilir. Nasrânîlere Hz.
    İsa'dan çok sonra, yunanca bir kelime ile "hristiyanlık"
    adı verilmiş, mensuplarına da "hristiyan"
    denilmiştir.

    Kur'an-ı Kerîm'de Hz. İbrahim'den söz eden
    on kadar ayette, O'nun "hanîf (hakka dönen, tam teslim olan, ibadet
    eden)" bir peygamber olduğuna yer verilir.

    "İbrahim ne yahudi idi ne de
    hristiyandı. Fakat o, doğruya yönelmiş, hanîf) bir
    müslümandı. Müşriklerden değildi" (Âlu İmrân,
    3/67).

    "Şüphesiz ki ben, hakka eğilerek yüzümü
    gökleri ve yeri yaratana çevirdim. (eslemtü) Ben Allah'a ortak koşanlardan
    değilim " (el-En'âm, 6/79).

    Ancak geçmiş ümmetlerle ilgili olan ayetlerde
    geçen "müslim, müslimûn, müslimîn ve müslimeyni" gibi
    ifadeler "teslim olan, hakka tabi olan" anlamındaki "müslim"
    kelimesinin ikil veya çoğullarıdır. Nitekim Hz.
    İbrahim ve oğlu Hz. İsmail'in Kâ'be'yi inşa ederken
    yaptıkları duada bu anlamı görmek mümkündür:
    "Rabbimiz! İkimizi de Sana teslim olan kıl. Soyumuzdan da
    Sana teslim olan bir ümmet meydana getir" (el-Bakara, 2/128). Kısaca
    bu ayetlerde, önceki dinlere mastar şekliyle "İslâm"ın
    özel ad olarak kullanıldığını ifade eden bir
    ayet yoktur.

    Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed'in davet ittiği
    son dine ise özel ad olarak "İslâm" terimini kullanmıştır.
    Ayetlerde şöyle buyurulur:

    "Şüphesiz, Allah katında din İslâm'dır"
    (Âlu İmrân, 3/19). "Eğer seninle mücadele ederlerse, de
    ki: "Ben Allah'a yöneldim. Bana tabi olanlar da". Kendine kitap
    verilenlere ve okur yazarlığı olmayanlara, de ki:
    "İslâm oldunuz mu?" Eğer müslüman olurlarsa doğru
    yolu bulmuş olurlar" (Âlu İmrân, 3/20). "Kim,
    İslâm'dan başka bir din ararsa, onun dini asla kabul
    edilmeyecektir" (Âlu İmrân, 3/85). "Allah, kimi hidayete
    erdirmek isterse onun gönlünü İslâm'a açar" (el-En'âm,
    6/125).

    Bütün insanlığa hitabeden ve evrensel bir
    mesaj getiren son tevhid dini, en mükemmel düzeye ulaştırılmıştır."Bugün
    dininizi sizin için ikmâl edip üzerinize nimetimi tamamladım ve
    din olarak size İslâm'ı seçtim" (el-Mâide, 5/3). Kendi
    devirlerindeki toplum ihtiyaçlarını karşılayan
    önceki semâvî dinler İslâm'ın gelişiyle yürürlükten
    kaldırılmış ve İslâm onların da yerini
    almıştır.

    İslâm'da, inanmadığı halde müslümanların
    hâkimiyetine boyun eğme, anlamı da bulunduğu için bazan
    "müslim" ile "mümin" farklı anlamlar
    taşıyabilir. Aşağıdaki ayette buna dikkat
    çekilir: "Ey Muhammed! Bedevîler; iman ettik, derler. Sen onlara
    şöyle de: Hayır iman etmediniz. Siz ancak; "müslüman
    olduk, yani teslim olduk" deyin. Çünkü henüz iman kalbinize
    girmemiştir" (el-Hucurât, 49/14).

    Bu duruma göre her mü'min, aynı zamanda müslim
    sayılır. Fakat her müslim mü'min (inanmış)
    olmayabilir. Yani bir kimse inanmadığı halde, çeşitli
    sebep ve menfaatler yüzünden İslâm'a boyun eğmiş
    olabilir. İslâm'a göre, inanmadığı halde,
    dış görünüş bakımından inanmış görünen
    kimse "münâfık" denir (bk. el-Bakara, 2/8-10).

    Ayrıca hadislerde de "İslâm"ın
    din ismi olarak zikredilmiş olduğu görülmektedir:

    Resulullah şöyle buyurur: "Allâh (tebâreke
    ve teâlâ) beni İslâm'la gönderdi" (Ahmed b. Hanbel, IV,
    446). "Rabbin bize Seni ne ile gönderdi?" O,"İslâm'la"
    dedi (Nesaî, Zekât, 1, 72). İki kişi, (Hz. Peygamber'e)
    "Dinin nedir?" der, O da "Dinim İslâm'dır"
    der.

    İslâm'ın din ismi olarak
    kullanıldığı gayet açık bir konudur.

    İslâm kelimesinin menşeine gelince:

    Yukarıda, İslâm'ın bir din ismi olarak
    ayet ve hadislerde geçtiği bahsedilmiştir. İslâm
    kelimesinin, hangi lügavî anlamlardan ıstılah mânâsına
    ulaştığı, birşeye ismin nasıl
    verildiği, İslâm kelimesinin menşei ve bu menşei
    teşkil eden lügavî manaların bu ismin vezin özelliklerine
    göre neler ifade ettiği hususunda da şunlar kaydedilir.

    el-Cüveynî der ki: "Araplar bir şeyi,
    eğer delâlet ediyorsa, veya ondan bir sebebi (yani aralarında
    bir bağlılık) varsa, onu (karşılayan veya
    bağlantısı olan) şeyin ismiyle isimlendirirler."

    Bu ifadelerden, saf Arapça olan İslâm
    kelimesinin kendi masdar anlamıyla doğrudan
    bağlantılı olduğu anlaşılır. Bu durumda
    "esleme" fiilinin bu masdarı, ıstılahda yüklenecek
    bütün anlamları taşıyabilir.

    Bir dinin adı olarak kullanılan İslâm
    kelimesi için temelde iki anlam verilmiştir.

    Bunlar ise;

    1. İbn Fâris ve İbn Manzûr tarafından
    verilen tariflerdir. İbn Manzûr "ve'l-İslâm ve'l-istİslâm:
    el-inkıyâd" İslâm ve istİslâm: inkıyad etmek,
    boyun eğmektir der. İbnu Fâris ise "ve mine'l-bâb eydan
    el-İslâm ve huve'lin kıyâd" bu bâbda (yani S-L-M
    kökünün asıl anlam grubunda) İslâm, bizâtihi inkıyâdın
    kendisidir tarzında zikreder (İbn Faris, mü'cem makayisi luğa,
    III, 90; İbn Munzir, Lisanü'lArab, XII, 293).

    2. İbn Kuteybe "el-İslâm: ed-duhûl
    fi's-silm ve huve'l-inkıyâd ve'l-mutâbe ah" İslâm sulhe
    giriştir, sulh yapmaktır, bu ise inkıyâd, boyun eğmek
    ve tâbi' olmaktır, der (Nuzhetü'l-A'yun, 136).

    Bunlardan biri, diğerinin bir neticesidir.
    İbn Kuteybe'nin ifadeleri, açık olarak bizi, yukarıda
    verilen İbn Fâris ve İbn Manzûr'un açıklamalarına
    uygun bir sebeb-sonuç münasebeti ekleyerek 'inkıyâd sulhu netice
    verir' der, öyleyse İslâm, inkıyadla hasıl olmuş bir
    sulh ortamında yaşamaktır' fikrine
    ulaştırır.

    Çok özet bir ifadeyle "bir din olarak İslâm,
    Allâh'a inkıyaddan hasıl olan, O'nun sulh ortamında
    yaşamanın adıdır."

    Ayrıca burada, menşe' meselesine ilâve
    edilecek şu manalar da vardır: Teslim olmak, ihlâslı
    olmak. İslâm dini için temeli teşkil eden manaların
    "inkıyâd etmek, sulh yapmak, teslim olmak, ihlaslı
    olmak"tan ibaret olduğu yukarıda zikrettik.

    İslâm kelimesinin şer'î anlamıyla
    kazandığı genişleme:

    1. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in verdiği tarifler:

    Hz. Peygamber (s.a.s.) bir çok hadislerinde İslâm'ı
    muhtelif konularla birlikte zikreder. Bunlar, genellikle bir bütünün
    parçalarıdır. Bir takım hadislerde de vardır ki,
    İslâm'ın dîn ve şerîat yönünden en güzel tarifi
    mahiyetindedir. Dînî tarif için Cibrîl hadisi ile Abdu'l-Kays
    kabilesinin özel olarak gönderdiği heyete Hz. Peygamberin
    verdiği cevaplar en önemlileridir.

    . Ebû Hureyre (r.a) şöyle demiştir:

    Bir gün Resulullâh (s.a.s) meydanda oturuyordu.
    Yaruna bir adam geldi ve:

    -İman nedir? diye sordu.

    -Resulullâh:

    -İman Allâh'a, meleklerine, Allah'a kavuşmaya,
    peygamberlerine inanman; aynı şekilde (öldükten sonra)
    dirilmeye inanmandır, cevâbını verdi. O zat:

    -İslâm nedir? dedi.

    -Resulullâh:

    -Allah'a ibadet edip, O'na hiçbir şeyi ortak
    kılmaman, namazı dosdoğru kılman, farz edilmiş
    zekâtı vermen, ramazanda oruç tutmandır, buyurdu.

    Sonra o zat:

    - İhsan nedir? diye sordu.

    Resulullâh:

    -Allah'ı sanki görüyormuşsun gibi ibadet
    etmendir; eğer sen Allah'ı görmüyorsan şüphesiz O seni
    görmektedir, buyurdu. O zat:

    - Kıyamet ne zaman? dedi.

    Bunun üzerine Resulullâh:

    -Bu meselede sorulan, sorandan daha âlim değildir.
    (Şu kadar var ki kıyametten önce meydana gelecek) alâmetlerini
    sana haber vereyim. Ne zaman satılmış câriye sâhibini
    (yâni efendisini) doğurur, kim oldukları belirsiz deve
    çobanları yüksek bina kurmakta birbiriyle yarışa çıkarsa
    kıyametinleri görülmüş olur. (Kıyâmetin vakti)
    Allah'tan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir,
    buyurduktan sonra: "O saatin ilmi şüphesiz ki Allah'ın
    nezdindedir. Yağmuru (mukadder olan vakitte ve yerde) O indirir.
    Rahimlerde olanı O bilir. Hiç bir kimse yarın ne
    kazanacağını bilmez. Hiç bir kimse hangi yerde öleceğini
    bilmez. şüphesiz Allah (her şeyi) bilendir. Her şeyden
    haberdardır" (Lokmân, 31/34) ayetini tilavet eyledi. Sonra o
    zat arkasını dönüp gitti. Resulullâh: "Onu geri getirin
    " diye emretti; fakat sahâbîler onun izini bulamadılar. Bunun
    üzerine Resulullâh: "İşte bu Cibril'dir. İnsanlara
    dinlerini öğretmek için geldi" buyurdu.

    Ebû Abdillâh bu hadiste zikredilen şeylerin
    hepsini imandan kıldı.

    Yukarıda zikredilen hadisteki Hz. Peygamberin
    "İşte bu Cibril'dir, insanlara dinlerini öğretmek için
    geldi" ifadesinden, bilhassa iman, İslâm ve ihsânın
    dinden ibâret olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre
    İslâm dini, imân esaslarına inanmak, İslâm'ın erkânını
    yerine getirmek ve ihsan sahibi olmaktır.

    en-Nevevî, Muslîm'in Sahih'ine yaptığı
    şerhte "İslâm, (iman esaslarını) tasdik,
    (kelime-i şehâdeti) söylemek ve (İslâm'ın rükünleriyle)
    amel etmekten ibarettir" der, İslâm'ı, bir din olarak
    geniş anlamıyla verir.

    Din kelimesi, tâat anlamında olduğuna göre,
    kalbin tâati iman ve tasdik dilin tâati, şehâdet, ikrar yani kavl,
    insan uzuvlarının (cevârihin) tâati ise ameldir, yani
    emredileni, şer'î ve meşru olanı yapmaktır.
    "Allah katında din, şüphesiz İslâm'dır" (Âlu
    İmrân, 3/19) âyetindeki hedef yukarıda zikredilen iman,
    İslâm ve ihsanı içerisine alan İslâm dinidir.

    "Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, o
    kimseden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek" (Âlu İmrân,
    3/85) ayeti "Muhammed'in getirdiğin dinden başka bir din
    arayandan, aradığı din kabul edilmeyecektir"
    şeklinde açıklanır. "Muhammed'in dinine İslâm
    ismi verilir, Dînu'l-İslâm (İslâm dini) denilir"
    ifadesiyle İslâm dininden maksadın, Hz. Muhammed (s.a.s)'in
    tebliği ettiği din olduğu anlaşılır (Bedrüddin
    el-Aynî,. Umdetü'l-karî, I, 109-110).

    Kâdî İyâd ise bu hadisi kasdederek "Şeriat
    ilimlerinin tamamı bu hadise bağlıdır ve bundan
    şube şube olmuş yayılmıştır",
    demektir (Aynı, a.g.e., I, 291).

    Bize Ubeydullâh b. Mûsâ şöyle dedi: Bize
    Hanzalatu'bnu Ebî Süfyân, İkrime b. Halid'den, o da İbn
    Ömer'den haber verdi. İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir:
    Resulullah şöyle buyurdu: "İslâm, beş şey
    üzerinde kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına
    ve Muhammed'in Allâh'ın Resulu olduğuna şehâdet etmek,
    namaz kılmak, zekât vermek hacc etmek, ramazan orucunu tutmak"
    (Buhârı, iman, 1).

    Şer'î bir tarif olarak, İslâm'ın
    beş rükün üzerine bina edildiğini belirtmektedir. Hadis
    şârihleri, bu hadisi izah ederken madem binanın direkleri ve sütunları
    var, öyleyse temeli, duvar ve çatısı olmalıdır
    derler. Temeli iman esasları rükünleri yukarıda zikredilen
    beş husus, duvar ve çatıyı yani koruyucu unsurları
    ise müeyyidât ve yaşama nizâmları olmaktadır.

    Tefsir, kelâm ve dil âlimlerinin, asıl lügavî
    mânâlara verdikleri şer'î anlamlara gelince:

    a) et-Taat: tâat itaat, ibadet, kulluk etmek. Bu anlamıyla
    "Din" karşılığıdır. Çünkü din
    taattır.

    b) el-İzân: İzân, boyun eğmek, itaat
    etmek. Bu kelime Kur'an'da zâlim kişilerin, zulmü bırakıp
    itaat etmesi anlamında kullanılır. Zulümden dönüşü
    ifade eder (en-Nûr, 24/49).

    c) el-Hudû: Hudû, boyun eğmek itaat etmek. Bu
    kelime Kur'an'da kâfirler için kullanılır. Kâfirin küfrü bırakıp
    imana gelmesi ve İslâm'ı yaşaması, ibadet etmesi
    anlamındadır. Küfürden İslâm'a dönüştür (eş-Şuarâ',
    26/4).

    d) es-Sulh: Sulh. Bu anlamıyla, kişinin,
    Allah, cemiyet ve idare ile karşılıklı rıza ile
    barış içerisinde olması ifade edilir.

    e) el-Emân: Emân, güvenlik. İslâm, fert ve
    cemiyete güvenlik sağlar.

    f) el-Hulûs: Hulûs. Bu kelime iki anlamda kullanılır:
    Biri tehlikelerden beri olmak, diğeri ise saf, temiz ve halis
    olmaktır. İslâm, bir kurtuluştur, kalb dile ve
    tavırların tutarlı ve samimi olmasıdır.

    g) el-Berâ'etu mine'ş-şevâibi'z zahire
    ve'l-bâtıne: Açık ve gizli lekelerden uzak olmaktır. Bu
    anlamıyla, ibadeti ve taati ve inançları sadece Allâh'a ait
    tutmak, ihlaslı olmaktır,

    h) el-Müslimûn, ehlu'l-İslâm: Müslümanlar. Bu
    anlamıyla kullanılması İslâm'dan mecazdır.

    i) Ahdu'l-İslâm, el-Asru'l-İslâmî:
    İslâm dönemi, İslâmî asır.

    j) el-İmân: İman. İman, İslâm'ın
    inanılması gereken umdèlerine itikattır. İman,
    İslam'la aynı anlamda kullanılır, Mâturîdîlerde
    olduğu gibi biri diğerinin aynıdır.

    İman ve İslâm terim olarak ayrıdır,
    fakat biri diğersiz olmaz. İmansız İslâm olmadığı
    gibi, İslâmiyetsiz iman olamaz. Eş'ârîlerin kanaati budur.

    İman ve İslâm ayrı ayrı
    şeylerdir. İmân bir inanmadır. İslâm bir otoriteye
    zorunlu itaattir. Bu durumda imânda kişi zorlanamaz. İslâm'da
    şekil olarak zorlanır. Hanbelîlerin kanaati budur. Fiiliyatta
    bu zorunluluğa "istİslâm" derler.

    el-İstİslâm: İstislâm, zorunlu olarak
    itaat. İmlâmda "istislâm" fikrinde olanlar, fiiliyatta
    zorlama olacağını kabul ettikleri gibi, bunların
    bazısı iman rükünleri içindeki kadere imanın yani
    hayır ve şerrin Allah'tan olduğunu kabulde, ferdin
    başına gelen imtihan yollu belâ, sıkıntı,
    darlık ve âfete itirazsız kabülünü de kasdederler.

    l) el-mâlul-meşrûah: Dinin cevaz verdiği
    ameller, işler anlamında bazan kullanılır.

    İslâm dinini bazı yönlerini ifade eden ve
    onun yerine bazan kullanılan S-L-M kökünden diğer isimleri ise
    şunlardır:

    a) Selem: Bu isimle İslâm'dan "Allâh'a'
    ibadet ve tâatte olmak ve emirlerine inkıyâd etmek"
    kasdedilmektedir.

    "Selem: İtaat ve inkıyad anlamıyla
    İslâm'ın isimlerinden biridir."

    "Size selam veren kişiye mü'min değilsin
    demeyiniz" (en-Nisâ, 4/94). Selem, itaat etmek ve inkıyadı
    takdim etmektir. İslâm da ancak taati Allâh'a ait tutmak ve emrine
    inkıyad etmek bağlanmaktır. İbn Ömer "Filanca
    ile selem alışverişi yaptım" demekten
    hoşlanmazdı, "Bu ismin sadece Allah'a taat için kullanılmasını
    başka şeyin buna
    karıştırılmamasını sevmekteyim" derdi.

    b) Silm: Bu ismiyle İslâm, şeriatın
    tamamına uygun hareket etmektir.

    Cenâb-ı Hakk'ın "Ey imân edenler,
    topluca silm'e giriniz " (el-Bakara, 2/208) âyetindeki silm kelimesi
    Sulh ve İslâm anlamındadır (Ebû Hayyan el-Endülüs
    Tuhfetü'l-Erib, 140).

    c) Selm: İslâm'ın sosyal yapıdaki sulh
    yönünün ismidir.

    bn Manzûr, Lisânü'l-Arab (XII, 295). da
    "ve's-Selm: el-İslâm", Selm, İslâm'dır.
    "ve's-Selm: el-istihza' ve'l inkıyâd ve'l-istislâm",
    Selm: İtaat, inkıyâd ve bir otorite karşısında
    boyun eğmektir, der. es-Sicistânî ise Nuzhetu'l-kulûb (s. 128) da
    "ve's Selmu ve's-silm.: el-İslâm ve's sulhu eydan" Selm
    ve Silm: İslâm ve sulh'tur, tarzında zikreder.

    Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere
    "Selm, İslâm'ın itaat, inkıyad ve boyun
    eğişle hasıl olmuş bir sulh ortamı olmasına
    isimdir.

    İslâm'ın temel özellikleri:

    Kur'an, İslâm'da esas olanın Allâh'a inkıyad
    etmek ve ihlaslı olmak olduğunu, İslâm'ın
    zıddının ise küfr, şirk ve câhiliyye olduğunu
    ifade buyurur.

    İnkıyad etme boyun eğme ve itaat etmek,
    bizzat İslâm'ın kendisidir. Cenâb-ı Allah bununla ilgili
    olarak şöyle buyurur:

    "(De ki) O'nun hiç bir ortağı yoktur;
    bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların (teslim
    olanların, itaat edenlerin) ilkiyim" (el-En'âm, 6/163).
    "Hayır, Rabb'ine andolsun ki, aralarında çıkan
    anlaşmazlık hususunda seni hakem tayin edip, sonra da senin
    verdiğin hükmü, içlerinde bir sıkıntı
    duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe imân
    etmiş olmazlar" (en-Nisâ, 4/65). "Körleri sapıklıklarından
    vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize inananlara
    sen duyurabilirsin, işte onlar müslümanlar (teslim olanlar) dır"
    (en-Neml 27/81, er-Rûm 30/53).

    "Sonunda erginlik çağına erince ve
    kırk yaşına varınca:'Rabbim! Bana ve anne babama
    verdiğin nimete şükretmemi ve benim hoşnud
    olacağın yararlı bir işi yapmamı sağla, bana
    verdiğin gibi soyuma da salâh ver, doğrusu sana yöneldim, ben,
    kendini sana verenlerden (müslümanlardan)im' demesi gerekir"
    (el-Ahkâf, 46/15).

    İhlâs: Yapıları ibadet ve işlerde
    yalnız Allah'ın rızasının esas
    alınmasıdır. İhlâsı bozan şeyler şöyle
    sıralanabilir: Müslümanlar arasında tarafgirlik ve adâvet,
    bozuk siyâsî, hayat riyâkarlık (şirk-i haftı) olan
    şöhretperestlik, insana kendini çok çekici gösteren, kendini beğenmişlik
    dediğimiz tarihe şa'şalı geçmek ve iyi görünmek,
    dini, maddî ve mânevî bir gaye ve maksada alet etmek, bu maksat için
    rekabete girmek.

    İhlas, ihsanın neticesidir.

    Ferd, tahkiki imanın kuvvetiyle, Allah'ın
    marifetini netice veren masnûattaki imanı tefekkürle hasıl
    olan huzurla, Cenâb-ı Hakk'ın hazır ve nazır
    olduğunu düşünerek, O'nun huzurunda başkalarına
    bakmak ve meded aramak o huzurun edebine aykırı olduğunu düşünmek
    ile riyadan kurtulup ihlâsı kazanır. İhlas, şirkin
    zıddıdır.

    "Biz sana Kitâb'ı hakk olarak indirdik. O
    halde sen Allâh'a dîn (tâat)i O'na yalnız hâlis kılarak ibâdet
    et" (ez-Zümer, 39/2).

    "De ki: Dîn (tâat)i Allah'a hâlis kılarak
    O'na ibadet etmekle emrolundum" (ez-Zümer, 39/ 11).

    "De ki: Allah'a, yalnızca O'na dîn
    (tâat)imi hâlis kılarak, ibâdet ederim" (ez-Zümer 39/14).
    Müminlere hitaben:

    "O halde siz, Allah'a dîn (tâat)i yalnız
    O'na has kılarak yalvarın, kâfirler hoşlanmasa da"
    (el-Mü'min 40/14).

    "O, daima diridir, O'ndan başka ilah yoktur.
    Din (tâat) i yalnız O'na has kılarak O'na yalvann. Her türlü
    hamd (övgü), alemlerin Rabb'ine mahsustur" (el-Mumin, 40/65).

    Müşriklerin ifadesine yer verilerek de şöyle
    buyurulur:

    "Öncekilerde olduğu gibi, bizde de bir kitap
    olsaydı, Allâh'ın içten bağlanan kulları
    olurduk"derlerdi. Böyleyken şimdi onu inkâr ettiler. Artık
    ileride bileceklerdir (es-Sâffât, 37/167-170).

    Hz. Peygambere hitaben:

    "Eğer seninle tartışmaya
    girişirlerse, "Ben bana uyanlarla birlikte Allâh'a ihlâs ile
    bağlıyım" de" (Âlu İmrân, 3/20).

    ". Ben, alemlerin Rabb'ine ihlâsla
    emrolundum" de (el-Mümin 40/66).

    Müminlere hitaben:

    "İyi davranışlar içinde kendini
    bütünüyle Allah'a veren kimse, şüphesiz en sağlam
    tutacağa yapışmıştır. Bütün işlerin
    sonu Allah'a varır" (Lokmân 31/22).

    "İşlerinde doğru olarak kendisini,
    Allah'a hâlisâne teslim eden ve hakka yönelen İbrahim'in
    Allah'ı bir tanıyan dinine uyandan, din bakımından
    daha iyi kim olabilir? Allah, İbrâhim'i dost edinmişti"
    (en-Nisâ, 4/125).

    irk: Kâinatın ve mevcûdatın sahibi Allah'a
    ortak koşmak en büyük zulümdür, onu inkâr etmektir. Allâh'ın
    zatında, sıfatında, rububiyetinde ve icraatında,
    ortağı, benzeri yoktur ve olamaz. Kâinattaki nizam ve intizam
    şirke yer olmadığına en büyük delildir.

    Amellerde, Allah'ın rızasından
    başka bir niyet ve maksat taşımak gizli şirk
    (şirk-i hafî)dir. Gizli şirkin menşei enâniyettir. Eğer
    gizli şirk katılaşır ve artarsa, esbâb şirkine,
    oradan da küfre, en nihayet tatil'e yani Hâlıksızlığa
    ulaşır.

    Kelime-i tevhidin tekrar ile zikrine devâm etmek,
    kalbi pek çok şeyler ile bağlayan bağları koparmak ve
    insanda bulunan özelliklerin kendilerine uygun ortaklarıyla olan
    alakalarını kesmek içindir. "Doğruya yönelmiş
    (hanif) olarak yüzünü dine çevir (taatini yap), sakın müşriklerden
    (puta tapanlardan) olma!" (Yunus 10/105).

    "Sonra sana, doğruya yönelen (hanif)
    İbrahim'in dinine uy!" diye vahyettik. Çünkü O, müşriklerden
    değildi" (en-Nahl 16/123).

    "Sana indirildikten sonra Allah'ın
    ayetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Rabbine dâvet et,
    sakın müşriklerden olma!" (el-Kasas 28/87).

    Hz. Peygambere ve müslümanlara hitap:

    "Allah'a yöneldiğiniz halde, O'na
    karşı gelmekten sakınınız, namaz
    kılınız, fırka fırka olup dinlerinde
    ayrılığa düşen, her fırkasının da
    kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden
    olmayınız" (er-Rûm 30/31-32).

    Küfr: Nimeti inkârdır. İman ve İslâm
    bir nimettir. Bu nimeti inkâr etmek, imansızlıktır.
    İnkar ise ya imanın hükümlerini nefyetmek ve inkar etmektir ki
    bu tarz olan dalâlet, hakkı kabul etmemektir. Kabulün yokluğudur
    (adem-i kabûl), ya da imanın nefyini değil, belki imanın
    zıddına gidip, batılı kabuldür, hakkın aksini
    ispattır, yokluğun kabulü (kabûl-i adem)dür, buna cahd
    denilir.
    Thecan08
    Thecan08
    SD Üye
    SD Üye


    Nereden : Anqara
    Üyelik : 13/07/10
    Mesaj Sayısı : 18
    Rep Gücü : 15190
    Başarı Sistemi : 0
    Uyarılar : Uyarı Yok
    Yorum : Dikkat Bu Site Bağımlılık Yapar

    İSLÂM Empty Geri: İSLÂM

    Mesaj tarafından Thecan08 Salı Tem. 13, 2010 12:14 pm

    En Güzel İnanç Smile

      Forum Saati Perş. Mayıs 16, 2024 10:43 am