[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Hapishanede
geçen 3 yıl, 2 ay, 21 gün. Dr. Erdal Atabek’in çocuklarından ayrı,
mesleğinden ayrı, dahası dış dünyadan ayrı geçirdiği 38 ay.
Kitapta anlatılanlar her ne kadar gerçek de olsa yazar kronolojik
bir sıralamaya gerek duymamış. Zaten günlük tadında bir kitap da değil.
Anı kitabı olmasına karşın “bugün şu oldu, akşam bu oldu..” gibi
cümlelere rastlamıyorsunuz. Atabek daha çok dört duvar arasına
hapsedilmiş bir insanın iç dünyasına yolculuk etmiş. Dışarıdaki insanın
önemsemediği ayrıntıların, içerde ne denli hayati önem taşıyabileceğini
göstermiş. İğnenin, ipliğin, havlunun, sabunun, bir kutu karper
peynirin dostluğun göstergesi olabileceği hiç aklınıza gelir mi? Biz
dışarda yaşayanların anlamasının güç olduğu kavramlar belkide bunlar.
İçerideki yıllarını usta bir yalınlıkla dile getirmiş yazar. Ancak
duygu sömürüsü yapmamış. Okuyucuyu incitmekten sanki özellikle
kaçınmış. Ne içeri alınma sebebini ayrıntılarıyla dillendirmiş, ne de
mahkeme anlarını. Sadece insanın insana ne denli muhtaç olduğunu, dört
duvarın arasında da, açık denizde de birbirimizden başka dayanağımız
olmadığını göstermiş.
Türk filmlerindeki gibi sahneler beklerken karşıma Beethoven,
Picasso çıkınca aslında hapisanelerin arabesk yerler olmadığını, “ah
biz kader mahkumuyuz” diyenlerin sadece yerli dizilerde olduğunu
farkettim. Bilmediğim bu dünyanın, yaşadığım dünyadan çok da farklı
olmadığını anladım. Temelde hepimizin basit ihtiyaçları dışında geriye
kalan herşeyin fasa fiso olduğunu düşünüyorum kitabı okuduğumdan
beridir.
Kendimi fazlasıyla sorgulamama neden olan bu kitabı gönül
rahatlığıyla herkese öneririm. Tabii “acaba yetinmeyi bilmiyor muyum?
Elimdekilerin değerini ne kadar biliyorum?” gibi soruları kendinize
sormaya cesaret edebilirseniz.
Adı gibi sıcak, sıcacık bir kitap “İnsan Sıcağı”.
Alıntılar
<blockquote>Çağın tanıklığıyla sanıklığı iç içedir artık. Sanık olmayı göze almadan tanık olmak olanaksızlaşmıştır.</blockquote>
<blockquote>İnsan, o güçlü ve güçsüz, o cesur ve korkak, o umutlu ve
umutsuz yaratık, kimbilir nerelerinden hangi güçlerini bulur çıkarır da
en güç koşullarda bile yaşama sevincinin eşsiz çiçeklerini yüreğinde
sular.
O yüksek duvarlarla çevrili havalandırma avlusunda kimbilir kaç kez
Akdeniz dolaşılır, dünyanın yerleri gezilir, çay bahçesinde oturulur,
sevilenlerle yeniden yeniden konuşulur.
Her şey susar, her şey durur, doğanın bu şaşırtıcı canlısına, insana
bakar, hayranlık duyar. Doğadaki her şey, insana, bu kendini durmadan
yeniden yaratan, bu yaşamları yeniden yeniden üreten, en umulmadık
yerlerde, en umulmadık koşullarda kendine yaşama sevinçleri yaratan
varlığa saygıyla bakar.</blockquote>
Kitabın Künyesi
Adı: İnsan Sıcağı
Yazarı: Dr. Erdal Atabek
Yayınevi: Çağdaş Yayınları
1.Baskı Yılı: 1987
Sayfa Sayısı: 125
ISBN: -
Hapishanede
geçen 3 yıl, 2 ay, 21 gün. Dr. Erdal Atabek’in çocuklarından ayrı,
mesleğinden ayrı, dahası dış dünyadan ayrı geçirdiği 38 ay.
Kitapta anlatılanlar her ne kadar gerçek de olsa yazar kronolojik
bir sıralamaya gerek duymamış. Zaten günlük tadında bir kitap da değil.
Anı kitabı olmasına karşın “bugün şu oldu, akşam bu oldu..” gibi
cümlelere rastlamıyorsunuz. Atabek daha çok dört duvar arasına
hapsedilmiş bir insanın iç dünyasına yolculuk etmiş. Dışarıdaki insanın
önemsemediği ayrıntıların, içerde ne denli hayati önem taşıyabileceğini
göstermiş. İğnenin, ipliğin, havlunun, sabunun, bir kutu karper
peynirin dostluğun göstergesi olabileceği hiç aklınıza gelir mi? Biz
dışarda yaşayanların anlamasının güç olduğu kavramlar belkide bunlar.
İçerideki yıllarını usta bir yalınlıkla dile getirmiş yazar. Ancak
duygu sömürüsü yapmamış. Okuyucuyu incitmekten sanki özellikle
kaçınmış. Ne içeri alınma sebebini ayrıntılarıyla dillendirmiş, ne de
mahkeme anlarını. Sadece insanın insana ne denli muhtaç olduğunu, dört
duvarın arasında da, açık denizde de birbirimizden başka dayanağımız
olmadığını göstermiş.
Türk filmlerindeki gibi sahneler beklerken karşıma Beethoven,
Picasso çıkınca aslında hapisanelerin arabesk yerler olmadığını, “ah
biz kader mahkumuyuz” diyenlerin sadece yerli dizilerde olduğunu
farkettim. Bilmediğim bu dünyanın, yaşadığım dünyadan çok da farklı
olmadığını anladım. Temelde hepimizin basit ihtiyaçları dışında geriye
kalan herşeyin fasa fiso olduğunu düşünüyorum kitabı okuduğumdan
beridir.
Kendimi fazlasıyla sorgulamama neden olan bu kitabı gönül
rahatlığıyla herkese öneririm. Tabii “acaba yetinmeyi bilmiyor muyum?
Elimdekilerin değerini ne kadar biliyorum?” gibi soruları kendinize
sormaya cesaret edebilirseniz.
Adı gibi sıcak, sıcacık bir kitap “İnsan Sıcağı”.
Alıntılar
<blockquote>Çağın tanıklığıyla sanıklığı iç içedir artık. Sanık olmayı göze almadan tanık olmak olanaksızlaşmıştır.</blockquote>
<blockquote>İnsan, o güçlü ve güçsüz, o cesur ve korkak, o umutlu ve
umutsuz yaratık, kimbilir nerelerinden hangi güçlerini bulur çıkarır da
en güç koşullarda bile yaşama sevincinin eşsiz çiçeklerini yüreğinde
sular.
O yüksek duvarlarla çevrili havalandırma avlusunda kimbilir kaç kez
Akdeniz dolaşılır, dünyanın yerleri gezilir, çay bahçesinde oturulur,
sevilenlerle yeniden yeniden konuşulur.
Her şey susar, her şey durur, doğanın bu şaşırtıcı canlısına, insana
bakar, hayranlık duyar. Doğadaki her şey, insana, bu kendini durmadan
yeniden yaratan, bu yaşamları yeniden yeniden üreten, en umulmadık
yerlerde, en umulmadık koşullarda kendine yaşama sevinçleri yaratan
varlığa saygıyla bakar.</blockquote>
Kitabın Künyesi
Adı: İnsan Sıcağı
Yazarı: Dr. Erdal Atabek
Yayınevi: Çağdaş Yayınları
1.Baskı Yılı: 1987
Sayfa Sayısı: 125
ISBN: -