[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Mustafa Kemal Atatürk'ün yetişme süreci, O'nun
dar anlamda 'kişilik özellikleri', geniş anlamda ' liderlik
özellikleri'nin ortaya konulabilmesi bakımından önemlidir.
Bilindiği gibi, bir liderin kişiliğinin oluşmasında, yetişmesinde
şüphesiz, içinde yaşadığı 'çevre' etkin rol oynamaktadır. Liderin
çevresi ise, ailesi, okuduğu okullar, meslek ortamı, yaptığı görevler
ve insanlık idealleri ve birikimlerinden oluşur. Bu yazımda, Mustafa
Kemal Atatürk'ün aile çevresi ve 'eğitim-öğrenim' ortamının
yetişmesine, kişiliğine yaptığı etki ve katkı, Harp Akademisi sonu
itibarıyla değerlendirilecektir.
O, bir insandı...
O, 1881 (Rumi 1296) yılında Selanik'te Koca Kasım Mahallesi Islahhane
Caddesi'nde bugün müze olan üç katlı bir evde dünyaya geldi. Babası o
sırada kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, Annesi Zübeyde
Hanım'dır. Baba tarafından dedesi, ilkokul öğretmeni olan Kızıl Hafız
Ahmet Efendi, anne tarafından dedesi ise, Sofu-zade (Sofi-zade)
Feyzullah Efendi'dir.
Mustafa Kemal'in hem baba, hem de anne tarafından soyu 'Evlad-ı
Fatihan', yani Rumeli'nin fethinden sonra buraların Türkleştirilmesi
için Anadolu'dan göçürülerek, iskan edilen 'Yörük' veya
'Türkmenler'dendir.
Baba soyu, Anadolu'dan gelerek Manastır Vilayeti'nin Debre-i Bala
Sancağı'na bağlı Kocacık Köyüne yerleştiler. Aile sonradan 1830'larda
Selanik'e göç etmiştir. Ali Rıza Efendi 1839'da Selanik'te dünyaya
gelmiştir. Dedesi Ahmet ve dedesinin kardeşi Hafız Mehmet'in taşıdığı
'kızıl' lakabı ve yerleştikleri nahiyenin adı olan 'Kocacık''ın da
gösterdiği üzere, Mustafa Kemal'in baba tarafından soyu Anadolu'nun da
Türkleşmesinde önemli roller oynayan 'Kızıl-Oğuz Türkmenleri' nden
gelmektedir.
Anne soyu da Fatih Sultan Mehmet döneminde Anadolu'dan Rumeli'ye
göçürülüp, iskan edilmiş olan yörüklerdendir. Bu sebeple aileye
'Konyarlar' da denilmektedir.
Tamamen Türk olan Vodina Sancağı'na bağlı Sarıgöl Nahiyesi'ne yerleşen
aile, sonradan Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya geçmiştir.
1839 doğumlu Ali Rıza Efendi, 1857 doğumlu Zübeyde Hanımla 1870 veya
1871'de evlendi. Altı çocukları oldu: Fatma (1871/1872-1875), Ahmet
(1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk) (1881-1938),
Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1889-1901).
Kardeşlerinden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında, o
senelerde Rumeli'yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri)
hastalığından çocuk yaşlarında ölmüşlerdir. En küçükleri Naciye on iki
yaşında gözlerini hayata kapadı.
Aile çevresi içinde şüphesizdir ki, Mustafa'yı etkileyen insanların
başında babası ve annesi gelmektedir. Ali Rıza Efendi, bir öğretmen
çocuğudur ve yıllarca Gümrük, Evkaf memurluklarında bulunmuştur. Bir
ara askerlik mesleği ile ilgilenmiş, Gönüllü askerlere talim
yaptırmıştır. Selanik'te kurulan 'Gönüllüler Taburu'nun da kurucuları
arasında bulunmuştur. Memuriyeti bırakarak, kereste ticaretine başlayan
Ali Rıza Efendi, bu işi sırasında haraç isteyen çetelerle de çatışmayı
göze alabilecek yapıda bir insandı. Oğlu Mustafa'ya 'adam olmak için
okumak, öğrenmek şarttır. Başka çare yoktur' diyen Ali Rıza Efendi,
geniş görüşlü, modern düşünceli, yeniliklere açık aydın bir insandı.
Mustafa'yı Mahalle Mektebi'nden alarak, çağdaş bir eğitim kurumu olan
Şemsi Efendi Okulu'na vermesi de, onun yenilikçi, parlak kişiliğini
göstermektedir.
Zübeyde Hanım ise, Ali Rıza Efendi'ye göre daha muhafazakâr bir
insandı. Fakat, aydın, bilge bir Türk anasıydı. Çocukları çok sever ve
onların üzerine titrerdi. Zübeyde Hanım, doğuştan akıllı bir kadındır.
Oğlu Mustafa, annesinin üzerindeki etkisini, fedakarlığını her zaman
saygıyla anacaktır. Zübeyde Hanım, güçlü bir beden yapısına sahip
olduğu kadar, güçlü bir iradeye de sahipti. Yeterince eğitim görmemiş,
ama okumayı yazmayı öğrenmişti. 'Bilge' kişiliklerinden dolayı annesine
'Molla Hanım', kendisine de 'Molla Zübeyde' denilirdi.
O, bir insandı...
1887'de Mustafa, ilk okula gidecektir. Babasının istememesine rağmen,
Zübeyde Hanım'ın ısrarları üzerine önce Mahalle Mektebi'ne törenle
giren Mustafa, kısa bir süre sonra, Selanik'in şöhretli
öğretmenlerinden ve eğitimcilerinden Şemsi Efendi'nin yeni metodlarla
alfabe öğretimi yaptığı özel okula yazdırılmış ve esas öğrenimine
burada başlamıştır. Mustafa okuyup yazmayı burada öğrenmiş, babasının
ölümüne kadar, bu okulun sınıflarını düzenli olarak takip etmiştir.
Bu dönemde Mustafa'yı olumlu yönde etkileyen ve onun Atatürk haline
gelmesinde çok büyük katkıları olan öğretmenlerinin başında şüphesizdir
ki, Şemsi Efendi gelmektedir. Şemsi Efendi, eğitim tarihimizde yeni
pedagojik yöntem ve uygulamaları ilk deneyenlerdendir. Öğrencileri bir
üst düzey olan Rüştiyedeki öğrencilerden daha bilgili yetişiyorlardı.
Atatürk'ün dinde bağnazlığa karşı görüşlerinde, yenilikçi fikirlerinde,
disiplin duygularının gelişmesinde Şemsi Efendi'nin öğretim ve
uygulamalarının önemli bir payı vardır.
Babası Ali Rıza Efendi, yakalandığı 'barsak veremi' hastalığından
kurtulamayarak 28 Kasım 1893 tarihinde vefat edince, Mustafa için
çiftlik günleri başlayacaktır. Zübeyde Hanım'ın çocuklarını alarak
kardeşinin Langaza'daki çiftliğine gidişi, Mustafa'nın öğrenim hayatına
kısa bir ara vermiştir.
Mustafa Kemal'in kişiliğinin şekillenmesinde rol oynayan dönemlerden
biri de onun dayısının çiftliğinde geçirdiği yaklaşık dört buçuk aylık
süredir. Çiftlikte geçen bazı olayları bir pedagog gözüyle
değerlendiren Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Atatürk'teki
'yaratıcılık, ağaç ve hayvan sevgisi'nin çocukken yaşadığı bu 'yaratıcı
çevre'nin eseri olduğu kanaatindedir.
Çiftlik hayatından sonra Selanik'e gelen ve kısa bir süre Mülkiye
Rüştiyesi'ne devam eden Mustafa, esasen çocukluğundan beri askerliğe
büyük bir ilgi duyuyor ve asker olmak istiyordu. Nihayet asker olmasını
istemeyen annesine haber vermeden Selanik Askeri Rüştiyesi'nin
sınavlarına girerek başarılı olu. Mustafa, Nisan 1894'te Selanik Askeri
Rüştiyesi'nin ikinci sınıfından öğrenimine başladı.
Mustafa'nın bu okulu, düzenli ve disiplinli bir okuldu. Mustafa, çok
kısa sürede öğretmenlerin ve komutanlarının dikkatlerini çeken seçkin
bir öğrenci olarak kendisini çevresine tanıttı. Mustafa, Rüştiye'de
Matematik dersine merak sardı. Bu derste sınıfın 'müzakerecileri'
arasına girdi. Çok sevdiği bu dersin öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa
Sabri Bey, öğrencisinin yeteneklerini sezip, ona 'Kemal' adını
vermiştir. Böylece onun kendisinden ve arkadaşlarından farklı ve üstün
durumunu tespit etmiş, ona, daha iyiye, daha güzele doğru gitmek için
sürekli bir teşvik nedeni sağlamıştır. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk'ün
bir lider olarak 'akılcı' ve 'hesap-kitap adamı' olmasında doğrudan rol
oynayan bir faktör olarak Matematik sevgisi kabul edilecek olursa,
Yüzbaşı Mustafa Bey'in üzerindeki yönlendirici etkisi daha da önem
kazanır.
Selanik Askeri Rüştiyesi'nde Mustafa Kemal'e özel ilgi gösteren
öğretmenlerinden birisi de, Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin
Bey'dir. Atatürk, 22 Eylül 1924'te Samsun'da öğretmenlerin verdiği bir
çayda Nakiyüddin Bey'le karşılaşmış ve onun hakkında şunları
söylemiştir: '...Bununla beraber hatırlamak gerekir ki, gerçek ve
fedakar öğretmenler, eğitimciler eksik değildi. Onların bize verdikleri
feyiz elbette esersiz kalmamıştır. Şimdi burada bir yüce kişiye
rastladım. O, benim Rüştiye birinci sınıfında öğretmenim idi. Bana
henüz ilk bilgileri öğretirken gelecek için ilk fikirleri de vermişti.
Demek istiyorum ki, ilk ilham ana baba kucağından sonra okuldaki
eğitimcinin dilinden, vicdanından, terbiyesinden alınır...' Selanik
Askeri Rüştiyesi'nde 1908'e kadar yirmi yıl Fransızca öğretmenliği
yapan Nakiyüddin Bey, genç M. Kemal'e bir taraftan geleceğe ilişkin
fikirler verirken bir taraftan da, 'sen bu Fransızcanın peşini bırakma'
öğüdünde bulunmuştur. Sonradan Mustafa Kemal'in Şam'da kurduğu Vatan ve
Hürriyet Cemiyeti'nin Selanik Şubesinin kuruluşunda, 31 Mart
hadisesinin bastırılmasında öğrencisi M. Kemal ile birlikte çalışan
Nakiyüddin Bey, Cumhuriyet döneminde Atatürk'ün isteği ile milletvekili
adayı gösterilmiş ve üç dönem milletvekili de seçilmiştir.
Hayatının sonuna kadar yanından ayrılmayacak olan Nuri (Conker), Salih
(Bozok) ve Fuat (Bulca) ile arkadaşlıklarının da geliştiği Selanik
Askeri Rüştiyesi'nde genç Mustafa Kemal, sadece okul çalışmalarıyla da
yetinmemiştir. Onun bilgisini genişletmek, kültür seviyesini yükseltmek
için o günün şartları içinde, çevresinde çıkan yayımları takip ettiği,
yarışmalara katıldığı da görülmektedir.
Mustafa Kemal, 1895 yılı sonunda, Askeri Rüştiyeyi, 43 aldığı biri
hariç, diğer bütün derslerden geçme tam notu olan 45 alarak dördüncü
bitirdi.
O, bir insandı...
Mustafa Kemal,1896 yılının 13 Mart günü Manastır Askeri İdadisi'nde
lise eğitimine başlar. İdadi'de yatılı ve daha üstün dereceli bir
okulun hayat ve öğretim şartlarına kısa sürede intibak eden genç M.
Kemal için, artık ömrünün sonuna kadar sürecek olan 'aile yuvası
dışındaki hayat' başlıyordu. Bundan sonra ev yaşantısı sadece izin ve
tatillerde kısa süreli olabilecektir. Askerlik mesleğinin meşakkatli ve
zorlu özelliklerinden de kaynaklanan bu durum, biraz da onun 'bağımsız
yaşama' karakterine uygun düşecektir.
Manastır'da sınıf arkadaşları sadece Selanik Rüştiyesi'ndekiler
değildir. Manastır bölgesine bağlı olan, Üsküp, İpek, İşkodra, Yanya ve
Manastır Askeri Rüştiyelerinden gelen gençler de vardır. Bu ortam
içinde çeşitli karakter, mizaç ve seviyede genç insanlarla tanışmak,
anlaşmak ve onlara kendini kabulettirmek hususunda M. Kemal'in üstün
vasıflarının burada da büyük bir rol oynadığı şüphesizdir.
Manastır İdadisi'nde Mustafa Kemal, Matematikten yine çok başarılı, Fransızca' dan ise biraz zayıftır.
Burada Mustafa Kemal'i en çok etkileyen arkadaşlarından biri olan Ömer
Naci, ona edebiyat ve şiir merakı aşılayacaktır. Sonradan İttihat ve
Terakki'nin hatibi olacak olan ve genç yaşta Birinci Dünya Harbi
sırasında hayatını kaybeden Ömer Naci, Bursa İdadisi'nden kovularak,
Manastır İdadisi'ne yollanmıştı. M. Kemal hatıralarında şunları
anlatıyor: 'O zamana kadar edebiyatla çok temasım yoktu. Merhum Ömer
Naci, Bursa İdadisi'nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman
şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiç
birini beğenmedi. Bir arkadaşın, kitaplarımdan hiç birini beğenmemesi
gücüme gitti. Şiir ve edebiyat olduğuna o zaman muttali oldum. Ona
çalışmaya başladım. Şiir bana cazip göründü. Fakat kitabet hocası diye
yeni gelen bir zat beni şiirle iştigalden men etti. -Bu tarz iştigal
seni askerlikten uzaklaştırır' dedi. Ne var ki, güzel yazmak hevesi ben
de baki kaldı.' Bu ikazı yapan Kitabet öğretmeni Alay Emini Mehmet Asım
Efendi'dir. Aynı olayı M. Kemal, daha sonraları Ali Fuat Paşa'ya şöyle
anlatır: 'Eğer Kitabet hocamız imdadıma yetişmeseydi, ben de şair olup
çıkacaktım. Çünkü hevesim vardı. Asım Efendi bir gün beni çağırdı. -Bak
oğlum Mustafa dedi, şiiri filan bırak. Bu iş senin iyi asker olmana
mani olur. Diğer hocalarınla da konuştum. Onlar da benim gibi
düşünüyorlar. Sen Naci'ye bakma, o hayalperest bir çocuk. İleride belki
iyi bir şair ve hatip olabilir, fakat askerlik mesleğinde katiyen
yükselemez'. Hocamın ne kadar haklı olduğunu hadiseler ispat etti. Çok
arzu ettiği halde Naci, erkanı harp (kurmay) zabiti olamadı.'
Bu ikaz ve yönlendirmenin Atatürk'ün hayatını ve kaderini doğrudan
etkilediğine şüphe yoktur. Fakat, Ömer Naci'nin de Mustafa Kemal'in
fikri altyapısının oluşmasında diğer faktörlerle birlikte önemli bir
rol oynadığı da kesindir. Nitekim, genç Mustafa Kemal'in dönemin 'vatan
ve hürriyet' şairi Namık Kemal ile 'Türkçü' şairi Mehmet Emin
Yurdakul'un şiirleri ile tanışmasında Ömer Naci'nin etkili olduğu
bilinmektedir. İdadi'de, Namık Kemal'i tanımak, duymak, onun gizlice
elden ele dolaşan vatan şiirlerini bulmak, okumak işini Hatip Ömer Naci
sağlamıştır. Atatürk, sonradan 14 Eylül 1931'de yaptığı bir konuşmada
Mehmet Emin Yurdakul ile ilgili şunları söylemiştir: '...Şair Mehmet
Emin Yurdakul'un ilk kez Manastır Askeri İdadisi'nde öğrenciyken
okuduğum -Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur' dizeleriyle başlayan
manzumesinde bana milli benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı
bulmuştum...'
Tarih öğretmenleri Mehmet Tevfik (Bilge) Bey'in de etkileriyle, gençler
Fransız İhtilali'nin temel ilkelerinden biri olan 'hürriyet' kavramı
ile de burada tanışacaklardır. Topçu Kolağası Mehmet Tevfik Bey, o
dönemin dar Osmanlı tarihçiliği görüşünden uzak, Türk tarihini bütün
genişliği ve eskiliği ile kavramış ve öğrencilerine dersini sevdirerek,
esaslı tarih bilinci ve kültürü veren bir öğretmendi. Ali Fuat
Cebesoy'un, 'değerli ve milliyetçi bir Türk subayıydı. Türk tarihini
iyi biliyor ve öğrencilerine tarih zevkini veriyordu. Atatürk, Türk
tarihini bütün genişliği ve derinliği ile kavramış bulunan hocasından
daima saygı ile söz etmiştir. Bir gün bana: -Tevfik Bey'e minnet borcum
vardır. Bana yeni bir ufuk açtı' demiştir' şeklinde tanıttığı Kol Ağası
Mehmet Tevfik Bey (1865-1945)'in Atatürk'ün derin tarih bilgisi ve
bilincinin oluşmasında baş mimar olduğu kesindir. Atatürk, bu değerli
öğretmenine beslediği şükran ve minnete, onu milletvekili adayı
göstererek ve Beşinci Dönem Diyarbakır Milletvekili olarak Meclise
girmesini sağlayarak karşılık vermiştir.
Manastır İdadisi'nin ikinci sınıfına geçen Mustafa Kemal, 1897 yılında
Mart'ın ilk günlerine kadar devam edecek izinden faydalanarak
Fransızca'sını kuvvetlendirmeyi düşünür ve 1888'de kurulmuş olan
Tophane semtindeki 'College des Freres de Salle' (Frerler Okulu)'in
özel kurlarına kaydını yaptırarak dersleri düzenli olarak takip eder.
Birinci sınıfta kendisini ikaz eden Fransızca öğretmeninin 'acı
ihtarlarına' yeniden muhatap olmak istemez. Kendi hatıralarında, 'İki,
üç ay gizlice Frerler Mektebi'nin hususi sınıfına devam ettim. Böylece
Mektep derslerine nispetle fazla derecede Fransızca öğrendim'
demektedir. Bu özel derslerde Mustafa Kemal'in öğretmenlerinden biri
Frere Rodriquez (1849-1941)'dir. Bunun anlattığına göre, Mustafa Kemal
gayet ciddi, zeki ve çalışkan, elinde daima kitap bulunan bir gençti ve
subay olduktan sonra da zaman zaman kendisinden ders almaya geliyordu.
Mustafa Kemal, gerçekten İdadi'den başlayarak gençlik yıllarında
Fransızca öğrenmeye büyük önem vermiştir. O, 'bir kurmay subay mutlaka
yabancı dil bilmelidir, bunun aksini düşünmek büyük hatadır' diyordu.
O, bir insandı...
Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi'ni ikinci olarak bitirip,
Pangaltı'daki Harbiye Mektebi'nde yüksek öğrenimine devam etmek için
İstanbul'a, Payitahta gelir. Böylece bütün çocukluğu ve ilk gençlik
yıllarının geçtiği Makedonya'dan ilk defa ayrılır. Birikimi ile yeni
bir hayata atılacağı, kişiliği ve düşüncelerinin daha da olgunlaşacağı
Harp Okulu'na girişi 13 Mart 1899, Apolet Numarası 1283'tür. 'Harbiyeli
Mustafa Kemal', buradaki 'Künye Defteri' ne 'Selanik'te Koca Kasım Paşa
Mahallesi Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu
uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik 96' olarak
kaydedilecektir.
Mustafa Kemal Harbiye'de öğretime başladığı sırada, okul komutanı 24
yıl (1884-1908) bu kutsal yuvaya komutanlık yapmış olan Mustafa Zeki
Paşa, öğretim başkanı, o zamanki ismi ile 'ders nazırı', daha sonra
Çanakkale'de kendisine kolordu komutanlığı yapacak olan Esat Paşa'dır.
Mustafa Kemal, Harp Okulu 1 nci sınıfında 635 mevcutlu Piyade sınıfında
bütün derslerden 484 not almış ve 9 uncu olarak ikinci sınıfa geçmiştir.
Mustafa kemal 2 nci sınıfta işse 420 arkadaşı arasında toplam 522 not alarak ve 11 nci olarak üçüncü sınıfa geçmiştir.
Mustafa Kemal, 3 ncü sınıfta, 459 arkadaşı arasında üç yıllık
notlarının toplamı üzerinden Harp Okulu'nu 8 nci olarak bitirmiştir.
Mustafa Kemal'in Harbiye'deki arkadaşları öncelikle Manastır
İdadisi'nden gelenlerdi. Bunlar arasında, Ahmet Tevfik ilk sırayı
almaktadır. Çocukluk arkadaşı, Rüştiye ve İdadi'de de birlikte okuduğu
Mustafa Nuri (Conker), Lütfi Müfit (Özdeş), Ali Fuat (Cebesoy), Arif
(Ayıcı), Hayri (Tırnovacık), Kazım (Karabekir), Ömer Naci, İsmaik Hakkı
(Pars), Kazım (İnanç), Kazım (Özalp), Ali Fethi (Okyar), onu takip eden
arkadaşlarıydı. Bunların bazıları kendi devresi, bazıları da
kendisinden önce veya sonraki devrenin öğrencileri idi. Mustafa
Kemal'in bu arkadaşları arasında daha çok Ahmet Tevfik ile samimi
olduğu görülmektedir.
Mustafa Kemal'in Harp Okulu'ndaki öğretmenleri arasında, onun
kişiliğini etkileyen ve onu hayata hazırlayan çok değerli öğretmenleri
olduğunu görüyoruz. Bunlar arasında, sonradan İstanbul Üniversitesi'nde
Profesör olan, Türk Tarih Kurumu kurucu üyesi ve Milletvekili olan
Fransızca öğretmeni Necip Asım (Yazıksız) Bey, Talim Öğretmeni Rahmi
Paşa ve onun maiyetindeki Binbaşı Fazıl Bey, sonra Korgeneral ve
milletvekili olan Yüzbaşı Naci (İldeniz) Beyve Teğmen Osman Efendi
bulunuyordu.
Ali Fuat CEBESOY'un, öğretmenleri hakkında anlattıklarına göre Mustafa kemal, en çok Yüzbaşı Naci Bey'i sayar ve severdi.
Harbiyeli Mustafa Kemal'in, bu dönemde hem Fransızca'sını geliştirdiği,
hem de memleket meseleleri üzerindeki düşüncelerinin daha da
olgunlaştığı görülmektedir. O Harbiye'de Namık Kemal ve Mehmet Emin
Yurdakul gibi dönemin meşhur şairleri yanı sıra Abdülhak Hamit ve
Tevfik Fikret'i de okuyordu. Zamanın felsefe ve fikri akımları ile
meşgul oluyordu.
Anlaşılmaktadır ki, Harp Okulu eğitimi ve öğrenimi dönemi, Mustafa
Kemal'in hem 'vatan, millet, Türklük' fikirlerinin olgunlaşmasında, hem
de Batıya dönük 'çağdaşlaşma' düşüncelerinin gelişmesinde önemli bir
dönem olmuştur. Ayrıca bu fikirlerini arkadaşlarına da anlatması, okula
bu fikirleri yaymak için bir gazete çıkarma girişiminde bulunması, onun
daha o dönemde liderlik özelliklerinin gelişmeye başladığını da
göstermektedir. O, yine bu dönemde özellikle ilk sınıfta İstanbul'un
sosyal hayatı içinde kendisini bulmuş görünmektedir.
Mustafa Kemal'in Harp Okulu'ndan 'neşet' tarihi olan 10 Şubat 1902 tarihi, Harp Akademisi'ne girdiği tarihtir.
1848 yılında Harp Okulu içinde 'Harbiye Sınıfları' adı ile kurulan Harp
Akademisi, Esat Paşa'nın Harp Okulu Öğretim Başkanlığı'na atanması
(1899) ndan sonra, yani Mustafa Kemal'in Harp Okulunda öğrenime
başladığı sırada yeni bazı düzenlemeler yapılmıştır. 1902 yılından
itibaren Erkan-ı Harbiye Sınıflarından 'Çok İyi' derecede başarı
sağlayanlara '', ve 'derecede bitirenlere 'Mümtaz' ünvanı verilmeye
başlanmıştır. Bu usul, 1909 yılına kadar devam etmiştir. Mümtazlar
arasında '' ihtiyacını karşılamak üzere sonradan 'kurmaylıkları
onananlar da çoktur.
Mustafa Kemal Akademi'ye başladığı yıl sınıf mevcudu, topçu ve süvari
okullarından gelenler ve değişik sebepler dolayısıyla bir üst sınıftan
kalanlar ile birlikte 43 kişidir. Atatürk'ün Harp Akademisi'ndeki
notları ve ders başarısı şu şekildedir:
Sınıf mevcudu kırk iki kişi olan Akademi birinci sınıfta, toplam 580
olan ders notlarından Mustafa Kemal, toplam 479 not almıştır ve başarı
sırası 8'dir.
Mustafa Kemal'in, Akademi ikinci sınıfında kırk kişilik sınıf mevcudu
içinde toplam 480 puan aldığı görülmektedir ve 6. sıradadır.
Kurmay Yüzbaşı olarak yeminini 21 Ekim 1904 Cuma günü eden Mustafa Kemal, 11 Ocak 1905 Çarşamba günü Akademiden mezun olmuştur.
57 nci Dönem Akademi mezunu toplam 37 kişidir. Bunların 13'ü 'Kurmay',
27'si de 'Mümtaz' olmuşlardır. Mevcut bilgi ve belgelere göre Mustafa
Kemal Kurmay olarak Akademiyi bitiren 13 kişi arasında 5 nci olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Akademi'deki öğretmenleri arasında kendisini
derinden etkileyen öğretmenler vardı. Bu öğretmenler şunlardır: Topçu
Feriki (Tümgeneral), Ahmet Muhtar, Kurmay Binbaşı Refık Bey, Kurmay
Yarbay Nuri Bey, Pertev Paşa (Demirhan), Kurmay Albay Hasan Rıza Bey,
Kurmay Albay Zeki Bey, Kurmay Yarbay Fevzi Bey.
Sınıf arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'un anlatımına göre, Mustafa Kemal bu
öğretmenlerinden en çok Tabiye derslerine giren Kurmay Yarbay Nuri
Beysayıyor ve takdir ediyordu. Nuri Bey gerçekten geniş kültürlü,
çağına göre aydın düşünceli, stratejide üstat sayılan bir kurmay
subaydı. Aradaki uzaklığı korumakla beraber öğrencilerine karşı içten
ve ağabeyce davranıyordu. Yalnız ders vermekle yetinmiyor, genç kurmay
adaylarının çeşitli sorularını da cevaplamaktan zevk duyuyordu. Nuri
Bey, 'bir kurmay subay, askerlik dışında kalan bilgilerle de donanmış
olmalıdır. Yarın hepiniz birer kumandan olacak, sorumluluk
yükleneceksiniz.' diyordu. Nuri Bey bir derste öğrencilerine 'Gerilla'
hakkında bilgiler vermişti. Mustafa kemal 1911'de Trablusgarp'tan
arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'a yazdığı bir mektupta, 'Kurmay Yarbay Nuri
Bey'in gerilla metotlarını başarıyla uyguladığını yazıyordu.'
Gerek kendisinin, gerekse arkadaşlarının anılarından öğrendiğimize göre
Mustafa Kemal Akademi'de kültürel çalışmalara çok önem veriyordu.
Gazete çıkarmak işi burada Harbiye'den daha düzenli bir şekilde
yürütülüyor, kürsüden 'konferans' niteliğinde konuşmalar yapıyor ve
bunların metinlerini arkadaşlarına dağıtıyordu.
Mustafa Kemal, Harp Akademisi'ne yeni başladığı sıralarda, 26 Haziran
1902 Perşembe günü Ali Fuat CEBESOY'un babası İsmail Fazıl Paşa'nın
Kuzguncuk'taki köşkünde misafir ediliyor. O gece orada kalıyor, ertesi
27 Haziran Cuma günü köşke gelen Osman Nizami Paşa ile tanıştırılıyor.
Osman Nizami Fransızca ve Almanca'yı (edebiyatı dahil) anadili gibi
bilmekte, İngilizce'yi de yanlışsız konuşabilmektedir. O gün tanışıp
görüşüyorlar. Osman Nizami Paşa, II. Abdülhamit'in baskı rejimini
yumuşatacağına dair hiçbir belirti olmadığına işaret ettikten sonra
şöyle diyor: 'İstibdat idaresi, bir gün elbette yıkılacaktır. Fakat
onun yerine Batılı manada bir idare gelip memleketi her bakımdan acaba
kalkındıracak mıdır? Ben buna inanmıyorum.'
Mustafa Kemal kuşkuludur. Nizami Paşa Abdülhamit'in adamlarından biri
olabilir mi? Kendisinin ağzını arayan bir hafiye midir? M. Kemal, bu
olasılıklara karşın gene de düşüncelerini cesaretle söylemeye
kararlıdır. Diyor ki: 'Paşa Hazretleri! Garplı manadaki idareler de
zamanla gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok
kabiliyeti ve cevheri vardır. Fakat bir inkılap vukuunda bugün iş
başında olanlar yerlerini muhafaza etmeye kalkarlarsa o vakit
buyurduğunuzu kabul etmek lazım getir. Yeni nesiller içerisinde her
hususta itimada layık insanlar çıkacaktır.' Osman Nizami Paşa susuyor,
olumlu ya da olumsuz hiçbir cevap vermiyor. Aynı günün akşamı ayrılmak
üzere veda eden Mustafa Kemal'e şunları söylüyor:
' Mustafa Kemal Efendi oğlum, sen, bizler gibi yalnız Erkân-ı Harp
zabiti olarak normal bir hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek
kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde müessir olacaktır. Bu
sözlerimi bir kompliman olarak alma. Sende, memleketin başına gelen
büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve
zekâ emareleri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum.'
Evet, Osman Nizami Paşa yanılmamıştır. Çünkü Mustafa Kemal, gençlik
çağlarından beri geleceğin Atatürk'ünden belirtiler ve ışıklar
vermiştir. Çünkü O, hep 'yarınların adamı' olmayı hedeflemiş ve daima
öyle yaşamıştır.
Mustafa Kemal ve Harbiye'den arkadaşı Kırşehirli Lütfü Müfit Özdeş
tayin oldukları ilk görev yerleri olan Şam'daki Beşinci Ordu'ya 1905
yılını ilk aylarında katılırlar. Burada iki stajyer kurmay yüzbaşıyı
bir çok zorluklar beklemektedir. Görevli oldukları 29 ve 30 uncu
alaylar Havran civarındaki bir isyanı bastırmak için Şam'dan hareket
ederler. Fakat, esas yapılan iş, bazı personelin bu vesileyle soygun ve
talan yapacak olmalarıdır. Bu iki genç kurmay subayı aralarına almak
istemezler. Buna rağmen iki arkadaş bu harekata iştirak ederler. Kendi
kurdukları düzenin bozulacağından korkan soygun ekipleri, kendi
aralarındaki dalavereli hesaplardan bir miktar altını da Lütfü Müfit'e
vermek isterler. Müfit, bu altınları almaz ve işi Mustafa Kemal'e haber
verir. Ne yapması gerektiğini sorar. Mustafa Kemal Müfit'e, 'bugünün
adamı olmak istiyorsan bu altınları al, eğer yarının adamı olmak
istiyorsan bu altınları iade et, makbuzunu al ve sakla' der.
İşte, tarihin altın sayfalarında kalan insanlar, 'yarının adamı' olmayı
tercih edebilenler ve bu irade gücünü ortaya koyabilenlerdir.
O, bir insandı...
O, yarının adamı olmayı göze alabilen büyük bir insandı...
O, Mustafa Kemal'di...
O, arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'a okula ilk geldiği gün, 'Sınıflarımız
biraz karanlıktır, fakat, beyinlerimiz ve yüreklerimiz aydınlıktır.'
diyen Harbiyeli Mustafa Kemal'di...
O, yok olmak noktasına getirilmiş bir milleti yeniden var eden, akıl ve
bilim temelinde, çağdaş uygarlık yolunda ona yeni ufuklar açan dahi bir
asker, devlet ve düşünce adamı idi...
O, bir Atatürk idi...
Takdir edersiniz ki, Atatürk ve Onun önderliğinde kurduğumuz Millî
(Üniter), Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti'ni yaşatma ve
yarınlara taşıma bilinci ancak, Atatürk'ü doğru anlamak ve doğru
anlatmak ile oluşturulabilir, kökleştirilebilir.
Büyük Önder'in aramızdan ayrılışının yıldönümünde aziz hatırası önünde
saygıyla eğilirken, O'nu ve düşüncelerini daha iyi ve daha doğru anlama
ve anlatma azminde olduğumuzu belirtir, saygılarımı sunarım.
Dr. Ali GÜLER - Dr. Suat AKGÜL
alıntı
Mustafa Kemal Atatürk'ün yetişme süreci, O'nun
dar anlamda 'kişilik özellikleri', geniş anlamda ' liderlik
özellikleri'nin ortaya konulabilmesi bakımından önemlidir.
Bilindiği gibi, bir liderin kişiliğinin oluşmasında, yetişmesinde
şüphesiz, içinde yaşadığı 'çevre' etkin rol oynamaktadır. Liderin
çevresi ise, ailesi, okuduğu okullar, meslek ortamı, yaptığı görevler
ve insanlık idealleri ve birikimlerinden oluşur. Bu yazımda, Mustafa
Kemal Atatürk'ün aile çevresi ve 'eğitim-öğrenim' ortamının
yetişmesine, kişiliğine yaptığı etki ve katkı, Harp Akademisi sonu
itibarıyla değerlendirilecektir.
O, bir insandı...
O, 1881 (Rumi 1296) yılında Selanik'te Koca Kasım Mahallesi Islahhane
Caddesi'nde bugün müze olan üç katlı bir evde dünyaya geldi. Babası o
sırada kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, Annesi Zübeyde
Hanım'dır. Baba tarafından dedesi, ilkokul öğretmeni olan Kızıl Hafız
Ahmet Efendi, anne tarafından dedesi ise, Sofu-zade (Sofi-zade)
Feyzullah Efendi'dir.
Mustafa Kemal'in hem baba, hem de anne tarafından soyu 'Evlad-ı
Fatihan', yani Rumeli'nin fethinden sonra buraların Türkleştirilmesi
için Anadolu'dan göçürülerek, iskan edilen 'Yörük' veya
'Türkmenler'dendir.
Baba soyu, Anadolu'dan gelerek Manastır Vilayeti'nin Debre-i Bala
Sancağı'na bağlı Kocacık Köyüne yerleştiler. Aile sonradan 1830'larda
Selanik'e göç etmiştir. Ali Rıza Efendi 1839'da Selanik'te dünyaya
gelmiştir. Dedesi Ahmet ve dedesinin kardeşi Hafız Mehmet'in taşıdığı
'kızıl' lakabı ve yerleştikleri nahiyenin adı olan 'Kocacık''ın da
gösterdiği üzere, Mustafa Kemal'in baba tarafından soyu Anadolu'nun da
Türkleşmesinde önemli roller oynayan 'Kızıl-Oğuz Türkmenleri' nden
gelmektedir.
Anne soyu da Fatih Sultan Mehmet döneminde Anadolu'dan Rumeli'ye
göçürülüp, iskan edilmiş olan yörüklerdendir. Bu sebeple aileye
'Konyarlar' da denilmektedir.
Tamamen Türk olan Vodina Sancağı'na bağlı Sarıgöl Nahiyesi'ne yerleşen
aile, sonradan Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya geçmiştir.
1839 doğumlu Ali Rıza Efendi, 1857 doğumlu Zübeyde Hanımla 1870 veya
1871'de evlendi. Altı çocukları oldu: Fatma (1871/1872-1875), Ahmet
(1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk) (1881-1938),
Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1889-1901).
Kardeşlerinden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında, o
senelerde Rumeli'yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri)
hastalığından çocuk yaşlarında ölmüşlerdir. En küçükleri Naciye on iki
yaşında gözlerini hayata kapadı.
Aile çevresi içinde şüphesizdir ki, Mustafa'yı etkileyen insanların
başında babası ve annesi gelmektedir. Ali Rıza Efendi, bir öğretmen
çocuğudur ve yıllarca Gümrük, Evkaf memurluklarında bulunmuştur. Bir
ara askerlik mesleği ile ilgilenmiş, Gönüllü askerlere talim
yaptırmıştır. Selanik'te kurulan 'Gönüllüler Taburu'nun da kurucuları
arasında bulunmuştur. Memuriyeti bırakarak, kereste ticaretine başlayan
Ali Rıza Efendi, bu işi sırasında haraç isteyen çetelerle de çatışmayı
göze alabilecek yapıda bir insandı. Oğlu Mustafa'ya 'adam olmak için
okumak, öğrenmek şarttır. Başka çare yoktur' diyen Ali Rıza Efendi,
geniş görüşlü, modern düşünceli, yeniliklere açık aydın bir insandı.
Mustafa'yı Mahalle Mektebi'nden alarak, çağdaş bir eğitim kurumu olan
Şemsi Efendi Okulu'na vermesi de, onun yenilikçi, parlak kişiliğini
göstermektedir.
Zübeyde Hanım ise, Ali Rıza Efendi'ye göre daha muhafazakâr bir
insandı. Fakat, aydın, bilge bir Türk anasıydı. Çocukları çok sever ve
onların üzerine titrerdi. Zübeyde Hanım, doğuştan akıllı bir kadındır.
Oğlu Mustafa, annesinin üzerindeki etkisini, fedakarlığını her zaman
saygıyla anacaktır. Zübeyde Hanım, güçlü bir beden yapısına sahip
olduğu kadar, güçlü bir iradeye de sahipti. Yeterince eğitim görmemiş,
ama okumayı yazmayı öğrenmişti. 'Bilge' kişiliklerinden dolayı annesine
'Molla Hanım', kendisine de 'Molla Zübeyde' denilirdi.
O, bir insandı...
1887'de Mustafa, ilk okula gidecektir. Babasının istememesine rağmen,
Zübeyde Hanım'ın ısrarları üzerine önce Mahalle Mektebi'ne törenle
giren Mustafa, kısa bir süre sonra, Selanik'in şöhretli
öğretmenlerinden ve eğitimcilerinden Şemsi Efendi'nin yeni metodlarla
alfabe öğretimi yaptığı özel okula yazdırılmış ve esas öğrenimine
burada başlamıştır. Mustafa okuyup yazmayı burada öğrenmiş, babasının
ölümüne kadar, bu okulun sınıflarını düzenli olarak takip etmiştir.
Bu dönemde Mustafa'yı olumlu yönde etkileyen ve onun Atatürk haline
gelmesinde çok büyük katkıları olan öğretmenlerinin başında şüphesizdir
ki, Şemsi Efendi gelmektedir. Şemsi Efendi, eğitim tarihimizde yeni
pedagojik yöntem ve uygulamaları ilk deneyenlerdendir. Öğrencileri bir
üst düzey olan Rüştiyedeki öğrencilerden daha bilgili yetişiyorlardı.
Atatürk'ün dinde bağnazlığa karşı görüşlerinde, yenilikçi fikirlerinde,
disiplin duygularının gelişmesinde Şemsi Efendi'nin öğretim ve
uygulamalarının önemli bir payı vardır.
Babası Ali Rıza Efendi, yakalandığı 'barsak veremi' hastalığından
kurtulamayarak 28 Kasım 1893 tarihinde vefat edince, Mustafa için
çiftlik günleri başlayacaktır. Zübeyde Hanım'ın çocuklarını alarak
kardeşinin Langaza'daki çiftliğine gidişi, Mustafa'nın öğrenim hayatına
kısa bir ara vermiştir.
Mustafa Kemal'in kişiliğinin şekillenmesinde rol oynayan dönemlerden
biri de onun dayısının çiftliğinde geçirdiği yaklaşık dört buçuk aylık
süredir. Çiftlikte geçen bazı olayları bir pedagog gözüyle
değerlendiren Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Atatürk'teki
'yaratıcılık, ağaç ve hayvan sevgisi'nin çocukken yaşadığı bu 'yaratıcı
çevre'nin eseri olduğu kanaatindedir.
Çiftlik hayatından sonra Selanik'e gelen ve kısa bir süre Mülkiye
Rüştiyesi'ne devam eden Mustafa, esasen çocukluğundan beri askerliğe
büyük bir ilgi duyuyor ve asker olmak istiyordu. Nihayet asker olmasını
istemeyen annesine haber vermeden Selanik Askeri Rüştiyesi'nin
sınavlarına girerek başarılı olu. Mustafa, Nisan 1894'te Selanik Askeri
Rüştiyesi'nin ikinci sınıfından öğrenimine başladı.
Mustafa'nın bu okulu, düzenli ve disiplinli bir okuldu. Mustafa, çok
kısa sürede öğretmenlerin ve komutanlarının dikkatlerini çeken seçkin
bir öğrenci olarak kendisini çevresine tanıttı. Mustafa, Rüştiye'de
Matematik dersine merak sardı. Bu derste sınıfın 'müzakerecileri'
arasına girdi. Çok sevdiği bu dersin öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa
Sabri Bey, öğrencisinin yeteneklerini sezip, ona 'Kemal' adını
vermiştir. Böylece onun kendisinden ve arkadaşlarından farklı ve üstün
durumunu tespit etmiş, ona, daha iyiye, daha güzele doğru gitmek için
sürekli bir teşvik nedeni sağlamıştır. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk'ün
bir lider olarak 'akılcı' ve 'hesap-kitap adamı' olmasında doğrudan rol
oynayan bir faktör olarak Matematik sevgisi kabul edilecek olursa,
Yüzbaşı Mustafa Bey'in üzerindeki yönlendirici etkisi daha da önem
kazanır.
Selanik Askeri Rüştiyesi'nde Mustafa Kemal'e özel ilgi gösteren
öğretmenlerinden birisi de, Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin
Bey'dir. Atatürk, 22 Eylül 1924'te Samsun'da öğretmenlerin verdiği bir
çayda Nakiyüddin Bey'le karşılaşmış ve onun hakkında şunları
söylemiştir: '...Bununla beraber hatırlamak gerekir ki, gerçek ve
fedakar öğretmenler, eğitimciler eksik değildi. Onların bize verdikleri
feyiz elbette esersiz kalmamıştır. Şimdi burada bir yüce kişiye
rastladım. O, benim Rüştiye birinci sınıfında öğretmenim idi. Bana
henüz ilk bilgileri öğretirken gelecek için ilk fikirleri de vermişti.
Demek istiyorum ki, ilk ilham ana baba kucağından sonra okuldaki
eğitimcinin dilinden, vicdanından, terbiyesinden alınır...' Selanik
Askeri Rüştiyesi'nde 1908'e kadar yirmi yıl Fransızca öğretmenliği
yapan Nakiyüddin Bey, genç M. Kemal'e bir taraftan geleceğe ilişkin
fikirler verirken bir taraftan da, 'sen bu Fransızcanın peşini bırakma'
öğüdünde bulunmuştur. Sonradan Mustafa Kemal'in Şam'da kurduğu Vatan ve
Hürriyet Cemiyeti'nin Selanik Şubesinin kuruluşunda, 31 Mart
hadisesinin bastırılmasında öğrencisi M. Kemal ile birlikte çalışan
Nakiyüddin Bey, Cumhuriyet döneminde Atatürk'ün isteği ile milletvekili
adayı gösterilmiş ve üç dönem milletvekili de seçilmiştir.
Hayatının sonuna kadar yanından ayrılmayacak olan Nuri (Conker), Salih
(Bozok) ve Fuat (Bulca) ile arkadaşlıklarının da geliştiği Selanik
Askeri Rüştiyesi'nde genç Mustafa Kemal, sadece okul çalışmalarıyla da
yetinmemiştir. Onun bilgisini genişletmek, kültür seviyesini yükseltmek
için o günün şartları içinde, çevresinde çıkan yayımları takip ettiği,
yarışmalara katıldığı da görülmektedir.
Mustafa Kemal, 1895 yılı sonunda, Askeri Rüştiyeyi, 43 aldığı biri
hariç, diğer bütün derslerden geçme tam notu olan 45 alarak dördüncü
bitirdi.
O, bir insandı...
Mustafa Kemal,1896 yılının 13 Mart günü Manastır Askeri İdadisi'nde
lise eğitimine başlar. İdadi'de yatılı ve daha üstün dereceli bir
okulun hayat ve öğretim şartlarına kısa sürede intibak eden genç M.
Kemal için, artık ömrünün sonuna kadar sürecek olan 'aile yuvası
dışındaki hayat' başlıyordu. Bundan sonra ev yaşantısı sadece izin ve
tatillerde kısa süreli olabilecektir. Askerlik mesleğinin meşakkatli ve
zorlu özelliklerinden de kaynaklanan bu durum, biraz da onun 'bağımsız
yaşama' karakterine uygun düşecektir.
Manastır'da sınıf arkadaşları sadece Selanik Rüştiyesi'ndekiler
değildir. Manastır bölgesine bağlı olan, Üsküp, İpek, İşkodra, Yanya ve
Manastır Askeri Rüştiyelerinden gelen gençler de vardır. Bu ortam
içinde çeşitli karakter, mizaç ve seviyede genç insanlarla tanışmak,
anlaşmak ve onlara kendini kabulettirmek hususunda M. Kemal'in üstün
vasıflarının burada da büyük bir rol oynadığı şüphesizdir.
Manastır İdadisi'nde Mustafa Kemal, Matematikten yine çok başarılı, Fransızca' dan ise biraz zayıftır.
Burada Mustafa Kemal'i en çok etkileyen arkadaşlarından biri olan Ömer
Naci, ona edebiyat ve şiir merakı aşılayacaktır. Sonradan İttihat ve
Terakki'nin hatibi olacak olan ve genç yaşta Birinci Dünya Harbi
sırasında hayatını kaybeden Ömer Naci, Bursa İdadisi'nden kovularak,
Manastır İdadisi'ne yollanmıştı. M. Kemal hatıralarında şunları
anlatıyor: 'O zamana kadar edebiyatla çok temasım yoktu. Merhum Ömer
Naci, Bursa İdadisi'nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman
şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiç
birini beğenmedi. Bir arkadaşın, kitaplarımdan hiç birini beğenmemesi
gücüme gitti. Şiir ve edebiyat olduğuna o zaman muttali oldum. Ona
çalışmaya başladım. Şiir bana cazip göründü. Fakat kitabet hocası diye
yeni gelen bir zat beni şiirle iştigalden men etti. -Bu tarz iştigal
seni askerlikten uzaklaştırır' dedi. Ne var ki, güzel yazmak hevesi ben
de baki kaldı.' Bu ikazı yapan Kitabet öğretmeni Alay Emini Mehmet Asım
Efendi'dir. Aynı olayı M. Kemal, daha sonraları Ali Fuat Paşa'ya şöyle
anlatır: 'Eğer Kitabet hocamız imdadıma yetişmeseydi, ben de şair olup
çıkacaktım. Çünkü hevesim vardı. Asım Efendi bir gün beni çağırdı. -Bak
oğlum Mustafa dedi, şiiri filan bırak. Bu iş senin iyi asker olmana
mani olur. Diğer hocalarınla da konuştum. Onlar da benim gibi
düşünüyorlar. Sen Naci'ye bakma, o hayalperest bir çocuk. İleride belki
iyi bir şair ve hatip olabilir, fakat askerlik mesleğinde katiyen
yükselemez'. Hocamın ne kadar haklı olduğunu hadiseler ispat etti. Çok
arzu ettiği halde Naci, erkanı harp (kurmay) zabiti olamadı.'
Bu ikaz ve yönlendirmenin Atatürk'ün hayatını ve kaderini doğrudan
etkilediğine şüphe yoktur. Fakat, Ömer Naci'nin de Mustafa Kemal'in
fikri altyapısının oluşmasında diğer faktörlerle birlikte önemli bir
rol oynadığı da kesindir. Nitekim, genç Mustafa Kemal'in dönemin 'vatan
ve hürriyet' şairi Namık Kemal ile 'Türkçü' şairi Mehmet Emin
Yurdakul'un şiirleri ile tanışmasında Ömer Naci'nin etkili olduğu
bilinmektedir. İdadi'de, Namık Kemal'i tanımak, duymak, onun gizlice
elden ele dolaşan vatan şiirlerini bulmak, okumak işini Hatip Ömer Naci
sağlamıştır. Atatürk, sonradan 14 Eylül 1931'de yaptığı bir konuşmada
Mehmet Emin Yurdakul ile ilgili şunları söylemiştir: '...Şair Mehmet
Emin Yurdakul'un ilk kez Manastır Askeri İdadisi'nde öğrenciyken
okuduğum -Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur' dizeleriyle başlayan
manzumesinde bana milli benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı
bulmuştum...'
Tarih öğretmenleri Mehmet Tevfik (Bilge) Bey'in de etkileriyle, gençler
Fransız İhtilali'nin temel ilkelerinden biri olan 'hürriyet' kavramı
ile de burada tanışacaklardır. Topçu Kolağası Mehmet Tevfik Bey, o
dönemin dar Osmanlı tarihçiliği görüşünden uzak, Türk tarihini bütün
genişliği ve eskiliği ile kavramış ve öğrencilerine dersini sevdirerek,
esaslı tarih bilinci ve kültürü veren bir öğretmendi. Ali Fuat
Cebesoy'un, 'değerli ve milliyetçi bir Türk subayıydı. Türk tarihini
iyi biliyor ve öğrencilerine tarih zevkini veriyordu. Atatürk, Türk
tarihini bütün genişliği ve derinliği ile kavramış bulunan hocasından
daima saygı ile söz etmiştir. Bir gün bana: -Tevfik Bey'e minnet borcum
vardır. Bana yeni bir ufuk açtı' demiştir' şeklinde tanıttığı Kol Ağası
Mehmet Tevfik Bey (1865-1945)'in Atatürk'ün derin tarih bilgisi ve
bilincinin oluşmasında baş mimar olduğu kesindir. Atatürk, bu değerli
öğretmenine beslediği şükran ve minnete, onu milletvekili adayı
göstererek ve Beşinci Dönem Diyarbakır Milletvekili olarak Meclise
girmesini sağlayarak karşılık vermiştir.
Manastır İdadisi'nin ikinci sınıfına geçen Mustafa Kemal, 1897 yılında
Mart'ın ilk günlerine kadar devam edecek izinden faydalanarak
Fransızca'sını kuvvetlendirmeyi düşünür ve 1888'de kurulmuş olan
Tophane semtindeki 'College des Freres de Salle' (Frerler Okulu)'in
özel kurlarına kaydını yaptırarak dersleri düzenli olarak takip eder.
Birinci sınıfta kendisini ikaz eden Fransızca öğretmeninin 'acı
ihtarlarına' yeniden muhatap olmak istemez. Kendi hatıralarında, 'İki,
üç ay gizlice Frerler Mektebi'nin hususi sınıfına devam ettim. Böylece
Mektep derslerine nispetle fazla derecede Fransızca öğrendim'
demektedir. Bu özel derslerde Mustafa Kemal'in öğretmenlerinden biri
Frere Rodriquez (1849-1941)'dir. Bunun anlattığına göre, Mustafa Kemal
gayet ciddi, zeki ve çalışkan, elinde daima kitap bulunan bir gençti ve
subay olduktan sonra da zaman zaman kendisinden ders almaya geliyordu.
Mustafa Kemal, gerçekten İdadi'den başlayarak gençlik yıllarında
Fransızca öğrenmeye büyük önem vermiştir. O, 'bir kurmay subay mutlaka
yabancı dil bilmelidir, bunun aksini düşünmek büyük hatadır' diyordu.
O, bir insandı...
Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi'ni ikinci olarak bitirip,
Pangaltı'daki Harbiye Mektebi'nde yüksek öğrenimine devam etmek için
İstanbul'a, Payitahta gelir. Böylece bütün çocukluğu ve ilk gençlik
yıllarının geçtiği Makedonya'dan ilk defa ayrılır. Birikimi ile yeni
bir hayata atılacağı, kişiliği ve düşüncelerinin daha da olgunlaşacağı
Harp Okulu'na girişi 13 Mart 1899, Apolet Numarası 1283'tür. 'Harbiyeli
Mustafa Kemal', buradaki 'Künye Defteri' ne 'Selanik'te Koca Kasım Paşa
Mahallesi Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu
uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik 96' olarak
kaydedilecektir.
Mustafa Kemal Harbiye'de öğretime başladığı sırada, okul komutanı 24
yıl (1884-1908) bu kutsal yuvaya komutanlık yapmış olan Mustafa Zeki
Paşa, öğretim başkanı, o zamanki ismi ile 'ders nazırı', daha sonra
Çanakkale'de kendisine kolordu komutanlığı yapacak olan Esat Paşa'dır.
Mustafa Kemal, Harp Okulu 1 nci sınıfında 635 mevcutlu Piyade sınıfında
bütün derslerden 484 not almış ve 9 uncu olarak ikinci sınıfa geçmiştir.
Mustafa kemal 2 nci sınıfta işse 420 arkadaşı arasında toplam 522 not alarak ve 11 nci olarak üçüncü sınıfa geçmiştir.
Mustafa Kemal, 3 ncü sınıfta, 459 arkadaşı arasında üç yıllık
notlarının toplamı üzerinden Harp Okulu'nu 8 nci olarak bitirmiştir.
Mustafa Kemal'in Harbiye'deki arkadaşları öncelikle Manastır
İdadisi'nden gelenlerdi. Bunlar arasında, Ahmet Tevfik ilk sırayı
almaktadır. Çocukluk arkadaşı, Rüştiye ve İdadi'de de birlikte okuduğu
Mustafa Nuri (Conker), Lütfi Müfit (Özdeş), Ali Fuat (Cebesoy), Arif
(Ayıcı), Hayri (Tırnovacık), Kazım (Karabekir), Ömer Naci, İsmaik Hakkı
(Pars), Kazım (İnanç), Kazım (Özalp), Ali Fethi (Okyar), onu takip eden
arkadaşlarıydı. Bunların bazıları kendi devresi, bazıları da
kendisinden önce veya sonraki devrenin öğrencileri idi. Mustafa
Kemal'in bu arkadaşları arasında daha çok Ahmet Tevfik ile samimi
olduğu görülmektedir.
Mustafa Kemal'in Harp Okulu'ndaki öğretmenleri arasında, onun
kişiliğini etkileyen ve onu hayata hazırlayan çok değerli öğretmenleri
olduğunu görüyoruz. Bunlar arasında, sonradan İstanbul Üniversitesi'nde
Profesör olan, Türk Tarih Kurumu kurucu üyesi ve Milletvekili olan
Fransızca öğretmeni Necip Asım (Yazıksız) Bey, Talim Öğretmeni Rahmi
Paşa ve onun maiyetindeki Binbaşı Fazıl Bey, sonra Korgeneral ve
milletvekili olan Yüzbaşı Naci (İldeniz) Beyve Teğmen Osman Efendi
bulunuyordu.
Ali Fuat CEBESOY'un, öğretmenleri hakkında anlattıklarına göre Mustafa kemal, en çok Yüzbaşı Naci Bey'i sayar ve severdi.
Harbiyeli Mustafa Kemal'in, bu dönemde hem Fransızca'sını geliştirdiği,
hem de memleket meseleleri üzerindeki düşüncelerinin daha da
olgunlaştığı görülmektedir. O Harbiye'de Namık Kemal ve Mehmet Emin
Yurdakul gibi dönemin meşhur şairleri yanı sıra Abdülhak Hamit ve
Tevfik Fikret'i de okuyordu. Zamanın felsefe ve fikri akımları ile
meşgul oluyordu.
Anlaşılmaktadır ki, Harp Okulu eğitimi ve öğrenimi dönemi, Mustafa
Kemal'in hem 'vatan, millet, Türklük' fikirlerinin olgunlaşmasında, hem
de Batıya dönük 'çağdaşlaşma' düşüncelerinin gelişmesinde önemli bir
dönem olmuştur. Ayrıca bu fikirlerini arkadaşlarına da anlatması, okula
bu fikirleri yaymak için bir gazete çıkarma girişiminde bulunması, onun
daha o dönemde liderlik özelliklerinin gelişmeye başladığını da
göstermektedir. O, yine bu dönemde özellikle ilk sınıfta İstanbul'un
sosyal hayatı içinde kendisini bulmuş görünmektedir.
Mustafa Kemal'in Harp Okulu'ndan 'neşet' tarihi olan 10 Şubat 1902 tarihi, Harp Akademisi'ne girdiği tarihtir.
1848 yılında Harp Okulu içinde 'Harbiye Sınıfları' adı ile kurulan Harp
Akademisi, Esat Paşa'nın Harp Okulu Öğretim Başkanlığı'na atanması
(1899) ndan sonra, yani Mustafa Kemal'in Harp Okulunda öğrenime
başladığı sırada yeni bazı düzenlemeler yapılmıştır. 1902 yılından
itibaren Erkan-ı Harbiye Sınıflarından 'Çok İyi' derecede başarı
sağlayanlara '', ve 'derecede bitirenlere 'Mümtaz' ünvanı verilmeye
başlanmıştır. Bu usul, 1909 yılına kadar devam etmiştir. Mümtazlar
arasında '' ihtiyacını karşılamak üzere sonradan 'kurmaylıkları
onananlar da çoktur.
Mustafa Kemal Akademi'ye başladığı yıl sınıf mevcudu, topçu ve süvari
okullarından gelenler ve değişik sebepler dolayısıyla bir üst sınıftan
kalanlar ile birlikte 43 kişidir. Atatürk'ün Harp Akademisi'ndeki
notları ve ders başarısı şu şekildedir:
Sınıf mevcudu kırk iki kişi olan Akademi birinci sınıfta, toplam 580
olan ders notlarından Mustafa Kemal, toplam 479 not almıştır ve başarı
sırası 8'dir.
Mustafa Kemal'in, Akademi ikinci sınıfında kırk kişilik sınıf mevcudu
içinde toplam 480 puan aldığı görülmektedir ve 6. sıradadır.
Kurmay Yüzbaşı olarak yeminini 21 Ekim 1904 Cuma günü eden Mustafa Kemal, 11 Ocak 1905 Çarşamba günü Akademiden mezun olmuştur.
57 nci Dönem Akademi mezunu toplam 37 kişidir. Bunların 13'ü 'Kurmay',
27'si de 'Mümtaz' olmuşlardır. Mevcut bilgi ve belgelere göre Mustafa
Kemal Kurmay olarak Akademiyi bitiren 13 kişi arasında 5 nci olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Akademi'deki öğretmenleri arasında kendisini
derinden etkileyen öğretmenler vardı. Bu öğretmenler şunlardır: Topçu
Feriki (Tümgeneral), Ahmet Muhtar, Kurmay Binbaşı Refık Bey, Kurmay
Yarbay Nuri Bey, Pertev Paşa (Demirhan), Kurmay Albay Hasan Rıza Bey,
Kurmay Albay Zeki Bey, Kurmay Yarbay Fevzi Bey.
Sınıf arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'un anlatımına göre, Mustafa Kemal bu
öğretmenlerinden en çok Tabiye derslerine giren Kurmay Yarbay Nuri
Beysayıyor ve takdir ediyordu. Nuri Bey gerçekten geniş kültürlü,
çağına göre aydın düşünceli, stratejide üstat sayılan bir kurmay
subaydı. Aradaki uzaklığı korumakla beraber öğrencilerine karşı içten
ve ağabeyce davranıyordu. Yalnız ders vermekle yetinmiyor, genç kurmay
adaylarının çeşitli sorularını da cevaplamaktan zevk duyuyordu. Nuri
Bey, 'bir kurmay subay, askerlik dışında kalan bilgilerle de donanmış
olmalıdır. Yarın hepiniz birer kumandan olacak, sorumluluk
yükleneceksiniz.' diyordu. Nuri Bey bir derste öğrencilerine 'Gerilla'
hakkında bilgiler vermişti. Mustafa kemal 1911'de Trablusgarp'tan
arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'a yazdığı bir mektupta, 'Kurmay Yarbay Nuri
Bey'in gerilla metotlarını başarıyla uyguladığını yazıyordu.'
Gerek kendisinin, gerekse arkadaşlarının anılarından öğrendiğimize göre
Mustafa Kemal Akademi'de kültürel çalışmalara çok önem veriyordu.
Gazete çıkarmak işi burada Harbiye'den daha düzenli bir şekilde
yürütülüyor, kürsüden 'konferans' niteliğinde konuşmalar yapıyor ve
bunların metinlerini arkadaşlarına dağıtıyordu.
Mustafa Kemal, Harp Akademisi'ne yeni başladığı sıralarda, 26 Haziran
1902 Perşembe günü Ali Fuat CEBESOY'un babası İsmail Fazıl Paşa'nın
Kuzguncuk'taki köşkünde misafir ediliyor. O gece orada kalıyor, ertesi
27 Haziran Cuma günü köşke gelen Osman Nizami Paşa ile tanıştırılıyor.
Osman Nizami Fransızca ve Almanca'yı (edebiyatı dahil) anadili gibi
bilmekte, İngilizce'yi de yanlışsız konuşabilmektedir. O gün tanışıp
görüşüyorlar. Osman Nizami Paşa, II. Abdülhamit'in baskı rejimini
yumuşatacağına dair hiçbir belirti olmadığına işaret ettikten sonra
şöyle diyor: 'İstibdat idaresi, bir gün elbette yıkılacaktır. Fakat
onun yerine Batılı manada bir idare gelip memleketi her bakımdan acaba
kalkındıracak mıdır? Ben buna inanmıyorum.'
Mustafa Kemal kuşkuludur. Nizami Paşa Abdülhamit'in adamlarından biri
olabilir mi? Kendisinin ağzını arayan bir hafiye midir? M. Kemal, bu
olasılıklara karşın gene de düşüncelerini cesaretle söylemeye
kararlıdır. Diyor ki: 'Paşa Hazretleri! Garplı manadaki idareler de
zamanla gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok
kabiliyeti ve cevheri vardır. Fakat bir inkılap vukuunda bugün iş
başında olanlar yerlerini muhafaza etmeye kalkarlarsa o vakit
buyurduğunuzu kabul etmek lazım getir. Yeni nesiller içerisinde her
hususta itimada layık insanlar çıkacaktır.' Osman Nizami Paşa susuyor,
olumlu ya da olumsuz hiçbir cevap vermiyor. Aynı günün akşamı ayrılmak
üzere veda eden Mustafa Kemal'e şunları söylüyor:
' Mustafa Kemal Efendi oğlum, sen, bizler gibi yalnız Erkân-ı Harp
zabiti olarak normal bir hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek
kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde müessir olacaktır. Bu
sözlerimi bir kompliman olarak alma. Sende, memleketin başına gelen
büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve
zekâ emareleri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum.'
Evet, Osman Nizami Paşa yanılmamıştır. Çünkü Mustafa Kemal, gençlik
çağlarından beri geleceğin Atatürk'ünden belirtiler ve ışıklar
vermiştir. Çünkü O, hep 'yarınların adamı' olmayı hedeflemiş ve daima
öyle yaşamıştır.
Mustafa Kemal ve Harbiye'den arkadaşı Kırşehirli Lütfü Müfit Özdeş
tayin oldukları ilk görev yerleri olan Şam'daki Beşinci Ordu'ya 1905
yılını ilk aylarında katılırlar. Burada iki stajyer kurmay yüzbaşıyı
bir çok zorluklar beklemektedir. Görevli oldukları 29 ve 30 uncu
alaylar Havran civarındaki bir isyanı bastırmak için Şam'dan hareket
ederler. Fakat, esas yapılan iş, bazı personelin bu vesileyle soygun ve
talan yapacak olmalarıdır. Bu iki genç kurmay subayı aralarına almak
istemezler. Buna rağmen iki arkadaş bu harekata iştirak ederler. Kendi
kurdukları düzenin bozulacağından korkan soygun ekipleri, kendi
aralarındaki dalavereli hesaplardan bir miktar altını da Lütfü Müfit'e
vermek isterler. Müfit, bu altınları almaz ve işi Mustafa Kemal'e haber
verir. Ne yapması gerektiğini sorar. Mustafa Kemal Müfit'e, 'bugünün
adamı olmak istiyorsan bu altınları al, eğer yarının adamı olmak
istiyorsan bu altınları iade et, makbuzunu al ve sakla' der.
İşte, tarihin altın sayfalarında kalan insanlar, 'yarının adamı' olmayı
tercih edebilenler ve bu irade gücünü ortaya koyabilenlerdir.
O, bir insandı...
O, yarının adamı olmayı göze alabilen büyük bir insandı...
O, Mustafa Kemal'di...
O, arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'a okula ilk geldiği gün, 'Sınıflarımız
biraz karanlıktır, fakat, beyinlerimiz ve yüreklerimiz aydınlıktır.'
diyen Harbiyeli Mustafa Kemal'di...
O, yok olmak noktasına getirilmiş bir milleti yeniden var eden, akıl ve
bilim temelinde, çağdaş uygarlık yolunda ona yeni ufuklar açan dahi bir
asker, devlet ve düşünce adamı idi...
O, bir Atatürk idi...
Takdir edersiniz ki, Atatürk ve Onun önderliğinde kurduğumuz Millî
(Üniter), Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti'ni yaşatma ve
yarınlara taşıma bilinci ancak, Atatürk'ü doğru anlamak ve doğru
anlatmak ile oluşturulabilir, kökleştirilebilir.
Büyük Önder'in aramızdan ayrılışının yıldönümünde aziz hatırası önünde
saygıyla eğilirken, O'nu ve düşüncelerini daha iyi ve daha doğru anlama
ve anlatma azminde olduğumuzu belirtir, saygılarımı sunarım.
Dr. Ali GÜLER - Dr. Suat AKGÜL
alıntı